Aslında peygamberler mesleği olarak bilinse de günümüzde prestiji olmadığı için çobanlığın taliplisi yok. Ağır iş yükü ve ücret yetersizliği nedeniyle yerli çoban bulunamamasından dolayı sektörde çoğunluğunu Afganların oluşturduğu göçmenler hâkim olmaya başladı. Çobanlık, ülkemizde hem tarım ve hayvancılığın krizini anlatıyor hem de göçmenliğin dramını…
Kelime Ata
Anadolu’da yaklaşık 6.000 yıl önce başladığı düşünülen en eski ve en mitolojik mesleklerden biri olan çobanlık, Türkiye’de hem tarım ve hayvancılıktaki krizin somut yansıması hem de göçmenlik sorunlarının merkezindeki konulardan biri haline gelmiş durumda. Kaçak yollarla ülkemize giriş yapan Afgan göçmenlerin daha çok istihdam edilmesinden dolayı neredeyse etnik bir meslek niteliğine de dönüşen çobanlık, kırsal kalkınma, gıda güvenliği ile doğrudan ilgili.
İlk sayımın yapıldığı 1927 yılında, toplam nüfusun yüzde 75,8’ini oluşturan köy nüfusu, 1950’li yıllarda başlayan şehirleşme serüveni ile birlikte sürekli azaldı ve 2021’de yüzde 6,8’e kadar düştü. Dolayısıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomi büyük ölçüde tarıma dayalıydı ve istihdamın yüzde 80’ini tarım sektörü sağlıyordu. Ancak 1980’den sonra neoliberal ekonomi politikalarının etkisiyle tarım sektörü yapısal bir dönüşüme uğradı ve desteklemelerin kapsamı daraltılırken, ürün fiyatları baskılandı. Ve tarımın istihdam içindeki payı da yüzde 15.8’e kadar geriledi.
Türkiye Bankalar Birliği’nin 2023 yılı Tarım Sektörü Raporu’nda tarım sektöründe istihdam edilenlerin sayısının, 2013 yılında 5.2 milyon iken 2022’de 4.9 milyona düştüğü bilgisi bulunuyor. Oysa 2002 yılında tarım nüfusu, 7 milyon 458 bin idi. Kayıtlı çiftçi sayısının esas alındığı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre de düşüş var. Çiftçi sayısı 2022 yılında ilk kez 500 binin altına indi ve 493 bin oldu. 2016 yılında çiftçi sayısının 718 bin olduğu düşünülürse, bu, sadece 5 yılda 200 binin üzerinde çiftçinin, tarlasını terk etmesi anlamına geliyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), yaptığı açıklamalarda sık sık tarımda değişen bu demografik yapıya dikkat çekiyor. Çünkü, tarım nüfusunun yaş ortalaması yükseliyor ve köyde yalnızca yaşlılar kalıyor. TZOB kayıtlarına göre, erkek çiftçilerin yaş ortalaması 57,7, kadın çiftçilerin yaş ortalaması ise 60,1. Çiftçilerin sadece yüzde 1’i 18 ile 24 yaş arasında. 18-32 yaş arasındaki çiftçilerin oranı toplam çiftçilik yapanlar içinde yüzde 4,8’e tekabül ediyor.
Son yıllarda et fiyatlarının yüksek seyretmesinden dolayı ilgi gören hayvancılık sektörünün durumu da farklı değil. Sektörde, artan nüfusun ihtiyacını karşılayacak paralellikte hayvan sayısı, et ve et ürünleri üretimi gerçekleştirilemiyor. Kaldı ki, son üç yıldır büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısında da azalma yaşanıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2022 sonu itibarıyla Türkiye’deki büyükbaş (sığır ve manda) hayvan sayısı 17 milyon 24 bin olarak tespit edildi. Oysa 2021 yılında bu rakam 18 milyon 024 idi ve azalma yüzde 5,6 oldu. Küçükbaş hayvan kategorisinde ise koyun sayısı bir önceki yıla göre yüzde 1,1 azalarak 44 milyon 688 bin baş, keçi sayısı ise bir önceki yıla göre yüzde 6,2 azalarak 11 milyon 578 bin baş oldu.
Dünyada da tarım nüfusu yaşlanıyor
Aslında dünyadaki durum bizdekinden farklı değil. Örneğin ABD’de tarımla uğraşan kişilerin yaş ortalaması 58. Avrupa Birliği ülkelerinde de tarım nüfusunun üçte biri 65 yaş üzeri. Ülkeler, tarım nüfusunu gençleştirmek için doğrudan gelir ve yatırım destekleri gibi korumacı politikalar hazırlarken Türkiye’de de Genç Çiftçi projesi ya da Kırsalda Uzman Eller Projeleri gibi pratikler uygulamaya konuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Genç Çiftçi Projesi, 2016-2018 yılları arasında 3 yıllık bir program olarak tasarlandı ve 47 bin 750 proje desteklendi. Amaç, kırsal kalkınma ve tarımda sürdürülebilirliği sağlamak, kırdan kente göçü azaltmak, kırsalda istihdam yaratmak, tarım nüfusunu gençleştirmek olarak açıklanıyor. Ancak, kırsal kesimde eğitim sağlık, sosyal hayat, sosyal güvence gibi sosyo-ekonomik iyileşmelerin tatminkâr seviyede olmaması, geliştirilen projelerin yaygınlaşmasına ve sürekliliğine engel oluşturuyor. Örneğin, köy okullarının kapatılması nedeniyle çocuklarını okutmak isteyen köy nüfusu, soluğu kentte alıyor. Bu da gıda arz güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gibi kırsal kalkınmayı zayıflatıyor, göçü artırıyor.
Çoban krizi…
Tarım ve hayvancılık sektöründeki gerilemenin pek çok sebebi var. Girdi maliyetlerinin yükselmesi, ürün satış fiyatlarının tatmin edici bulunmamasından dolayı yeterli gelirin elde edilememesi ve gelir sürekliliğinin olmaması, genç nüfusun tarımı ve hayvancılığı zahmetli bularak hizmet sektörüne yönelmesi belli başlı nedenler olarak sıralanabilir. Bir neden daha var ki, o da yaşanan çoban krizi… Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan iş adamı derneklerine, besicilerden bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına kadar hemen hepsinin raporlamalarında, çoban krizine ayrı bir başlık açıldığı görülüyor.
Çobanlık sorunu, onun bir meslek olarak görülmemesinden kaynaklanıyor. Genellikle fakir ve vasıfsız insanların başka bir iş bulamadığı için çaresizlikten yaptığı düşünülüyor. Mesleğin itibarsızlığı, sürekli arazide dolaşmayı ve tetikte olmayı gerektiren zahmeti, sosyal güvence yoksunluğu, yaşam koşullarının zorluğu gibi nedenlerle çobanlık ilgi görmüyor. Yaşam koşullarının zorluklarının başında da çobana kız verilmek istenmemesi geliyor. Oysa çobanlık dünyanın en eski ve aynı zamanda peygamberlik mesleği olarak kutsal bir boyut taşıyor ve olağanüstülüğe yakın bilgi ve tecrübe istiyor. Sürünün sağlıklı ve verimli olması, güdülmesi, suya götürülmesi, ağıla alınması, yemlenmesi, doğum, sağım ve kırkım çobanın yapacağı işler arasında bulunuyor. Dolayısıyla basit bir iş gibi değerlendirilmemesi gerekiyor.
Çobanlığın, kamuoyundaki olumsuz algısının düzeltilmesi, mesleğe itibar kazandırılması için yeni bir tanımlamaya bile gidildi. Geleneksel isim olan çobanlığın yerini “sürü yönetim elemanı” şeklindeki tanımlama aldı ve Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), bu adla seminerler düzenlemeye başladı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile birlikte gerçekleştirilen bu seminerlerden yetişip belirlenen koşullarda çalışan çobanlara SGK prim desteği ayrıca bankalardan düşük faizli kredi veriliyor.
Ama, seminerlere, mesleği yeniden tanımlamalara, teşviklere rağmen köylerde çoban bulunamıyor. Sürü sahipsiz kalınca ya başka yerlerden çoban getirilmeye çalışılıyor ya da köy halkı sırayla sürüyü güdüyor. 20 Ekim tarihi itibariyle sahibinden.com adresinden yapılan “çoban arıyorum” ilanlarında 122 kayıt bulunuyor. Ancak, bunun dışında, sosyal medya gruplarında ve ziraat odaları platformlarında çoban ilanlarına yer verilen pek çok hesabın ve sayfanın varlığı da dikkat çekiyor. Bu ilanlarda özellikle “Afgan çoban arıyorum” duyurusu yapılırken sadece Afgan çobanların arandığı sayfalar mevcut.
Neden Afgan çoban?!..
Afganistan’daki göç hareketlerinden en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan köprü olması nedeniyle tercih edilirken, Afganlı göçmenler için önce transit ülke kabul edildi, İran ve Pakistan’ın kısıtlayıcı politikaları uygulamaya sokmasıyla birlikte Türkiye “hedef ülke”ye dönüştü.
Her ne kadar Afgan göçünün uzun bir geçmişi varsa da özellikle Taliban’ın Afganistan’da hakimiyetini kurmasıyla göç trafiğinin arttığı biliniyor. Göçün nedenleri ise Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinin yarattığı olumsuz durum, sosyo-ekonomik sorunlar, Taliban baskısı, demokratik hakların kısıtlanması, siyasi istikrarsızlık ve çatışmalar, kuraklık sel gibi doğal afetler şeklinde sıralanıyor.
TÜİK’in 2020 yılı verilerine göre Türkiye’ye gelen beş farklı yabancı uyruk içerisinde ilk sırayı yüzde 11,9 ile Iraklılar, yüzde 9,4 ile Afganlar alıyor. Ancak yakalanan düzensiz göçmenler bağlamında ele alınınca bambaşka bir manzara ortaya çıkıyor. Göç İdaresi’nde, 2014 yılında 12 bin 248 düzensiz Afgan göçmen yakalandığına dair bilgi mevcut. 2018 yılına gelindiğinde büyük bir sıçrama gerçekleşiyor ve bu rakam 100 bin 841’e çıkıyor. 2019’da bu sayı katlanarak 201 bin 437 oluyor. Pandeminin de etkisiyle düşüş kaydedilen 2020’de 50 bin 161, 2021’de ise 70 bin 237 düzensiz göçmen yakalanıyor. 2023 yılında da 12 Ekim tarihi itibariyle bu sayı 52 bin.
Afgan göçmenler hem düzensiz göçmen sıralamasında hem de uluslararası koruma başvurusu yapan ülkelerin başında geliyor. 2020 Afganistan Mülteciler ve Geri Gönderme Bakanlığı’nın raporunda, dünya üzerinde toplam 650 bin Afgan göçmenin bulunduğu, bu göçmenlerin yüzde 80’inin Türkiye’ye göç ettiği belirtiliyor. Türkiye’nin resmi rakamları da 500 bin civarında bir Afgan göçmenin bulunduğu yönünde. Ancak Afganların yasa dışı yollarla Türkiye’ye geldikleri ve halen kaçak oldukları, sayının resmi verilerin çok üzerinde seyrettiği tahmin ediliyor.
Türkiye’de, kırsal kesimde yaşanan çoban ihtiyacı ile ülkeye kaçak giren Afganların çok iş-az maaş sistemi ile ucuz işgücüne dönüşmeleri, işte bu kayıt dışılıkta gerçekleşiyor.
Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik, Türkiye’de 300 bin civarında çobanın çalıştığını, her 4 çobandan 1’inin, yani 75 bin çobanın ağırlığı Afganlar olmak üzere mültecilerden oluştuğunu belirtiyor. Çelik, İŞKUR’un Toplum Yararına Programı’na (TYP) çobanlığın da dahil edilmesi gerektiğini belirtirken bu programda yüzde 25’lik kontenjanın çobanlar için ayrılmasını istiyor. Çelik’in, hayli tartışmalı bir başka önerisi de var. O da, göçmen düzenlemelerinde “Afganlar sadece çoban olarak çalıştırılmalı” şeklinde bir ifadenin bulunması. Çünkü, çalışma iznini alan Afganların çobanlık değil başka işler yaptıkları anlaşılıyor.
Genç nüfusun çobanlık yapmak istememesi nedeniyle çözümü çoban ithalinde gören Türkiye’de zaman zaman kamuoyuna yansıyan bilgilere bakılırsa, İçişleri Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı Afgan çoban düzenlemesiyle ilgili çalışmalar da yürütüyor.
İşi biliyor, özveriyle çalışıyor, itaatkâr…
Hayvancılık sektörünün “ille de Afgan çoban olsun” isteğinin nedeni açık. En büyük faktör, aynı ücreti vererek Türk vatandaşlarının çalıştırılamayacak olması. Ayrıca Afgan çobanlar, işi bilen kişiler olarak tanımlanıyor, özveriyle çalıştıkları düşünüldüğü gibi itaatkâr bulunuyor. Genellikle sigara içmemeleri de ek bir masraf çıkmadığı için artı özellik kabul ediliyor.
Sürünün büyüklüğüne göre değişmekle birlikte, çobanlara genellikle asgari ücret civarında bir rakam veriliyor; hatta asgari ücretin altında alanlar bile mevcut. Bu rakamlar, ağır iş yükü dikkate alındığında yerli çobanlar tarafından pek cazip bulunacak gibi değil. Oysa Afgan göçmenler, kayıt dışılıklarının getirdiği dezavantajlı konum ve çalışmak zorunda kalmalarından dolayı düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına rızalık gösteriyorlar.
Artık akademinin de konusu
Afgan çobanlar, sadece hayvancılıkla uğraşanların değil akademinin de ilgi alanına girmiş gözüküyor. Örneğin, Tansu Aktaş, Çorum Hitit Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans tez konusu olarak Afgan çobanların Alaca ilçesindeki kültürel farklılıklarını ve uyumunu inceledi. Bu akademik çalışmada, Aktaş, göç nedenlerini, Taliban’dan kaçış (Ölüm ve asker olma korkusu), tehdit, baskı ve şiddet ayrıca ekonomik nedenler olarak tespit etti. Sözkonusu çalışmada, Türkiye’nin tercih edilmesinin nedenleri “ortak tarihi bağlar, ortak kültürel değerler, dini ve mezhepsel yakınlık, Türkiye’deki iş olanaklarının çeşitliliği” şeklinde sıralandı. Afgan çobanların genellikle eğitimini yarıda bırakmış kimselerden oluştuğu saptansa da aralarında NATO’da eğitim almışlarına da rastlandı. Gelenlerin göç öncesi meslekleri ya çobanlık ya da çobanlık yapan bir ailede büyümüş olmaları. Kaçak yollarla ülkeye giriş yapan çobanlar, çalıştıkları dönem boyunca hiç tatil ve izin yapmadıklarını söylüyorlar.
Kapak Fotğrafı: Freepik