13

Medya, intihar haberlerini nasıl vermeli?

                    Kapak fotoğrafı: Eberhard Grossgasteiger

İntiharı, “bir halk sağlığı sorunu” olarak gören uzman ve gazeteciler, haberin doğru sunumunun vakaları artırmayıp azaltabileceğini vurgularken; özendirici, tetikleyici olmadan, ayrıntılara yer vermeden ve olayı dramatize etmek yerine intiharın arkasında yatan toplumsal nedenlere odaklanılması gerektiğinin altını çizdiler.  

TUĞBA ÖZER / İSTANBUL

Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara, geçtiğimiz ay yaşadığı baskıları anlattığı bir video yayınladıktan sonra intihar etti. Kara’nın kaydettiği açıklanan video mesajı, sosyal medya ve basında geniş yer buldu. Daha sonra bu mesaja ve Kara’ya dair çok sayıda habere erişim engeli getirildi. Tüm bu yaşanılanlar, “İntihar olgusu medyada nasıl ele alınmalı?” tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009 yılından itibaren Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) veri tabanında yer alan ölüm verisi, TÜİK ölüm nedeni verisi ve ilgili kurumlardan gelen intihar verisini kullanarak Türkiye geneli için ölüm istatistiklerini yayımlıyor. İntihar istatistikleri ise, 2017’den itibaren ölüm istatistikleri ile birlikte yayımlanmaya başladı. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarından 2012 yılına kadar derlenen intihar olayları, 2012’den itibaren TÜİK ölüm nedeni verisinden elde edilen kayıtlar, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü kayıtları ve Genelkurmay Başkanlığı kayıtları, 2018’den itibaren ise Sahil Güvenlik Komutanlığı kayıtları dahil edilerek intihar istatistiklerinin kapsamı genişletildi.

TÜİK’in son olarak 2019’da paylaştığı verilere göre, ölümle sonuçlanan intihar sayısı 2017 yılında 3 bin 168 iken 2018’de 3 bin 161 kişi oldu. 2018’de intihar edenlerin yüzde 75,6’sını erkekler, yüzde 24,4’ünü ise kadınlar oluşturdu. Ancak TÜİK, bir sonraki yıl açıkladığı ölüm istatistikleri raporunda, intihara ilişkin verilere yer vermedi. TÜİK’in 2020 yılı ölüm oranları raporunu ise hâlâ açıklamış değil.

“Acil intihar hattı” kapalı

Bu arada, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bünyesinde kurulan, 24 saat açık olan “Alo 182 Umut Işığı Hattı”, 2007 yılında kapatıldı. “İntihar Danışma Hattı” olarak da bilinen hattın yerine yenisi açılmadı. Bu hat ile uzmanlar, intihar düşüncesinde olup yardım için arayan insanlara ya da yakınlarına destek olup canına kıymak isteyenleri bu fikirlerinden vazgeçirmeye çalışıyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin hazırladığı raporda, 2017-2019 yılları arasında geçinemediği gerekçesiyle 9 bin 916 kişinin intihar ettiği öne sürüldü. Rapora göre, bu iki yılda intihar eden kişi sayısı yüzde 38 artarken, 2002-2019 yıllarını kapsayan sürede intiharlar yüzde 48 arttı.

İntihar, basında nasıl yer almalı?

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre, “Gazeteci, sadece kamuoyunu ilgilendiren politik ya da ünlü kişilerin intiharı ile kriminal öneme sahip intihar vakalarını haber yapabilir. Bu tür istisnai durumlarda bile intiharın yöntemine ilişkin özendirici ve öğretici ayrıntılara yer verilmemeli, intihara ilişkin fotoğraf ve görsel malzeme ile intihar mesajı kullanılmamalıdır.”

“Basın, intihar haberlerine nasıl yaklaşmalı?” konusunda Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği Onur Kurulu Üyesi Dr. Sezai Berber, Klinik Psikolog Gizem Uygun, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ceren Sözeri, Gazeteci Mustafa Hoş ve Muhabir Sibel Bahçetepe ile konuştuk.

Görüştüğümüz uzman ve gazetecilere göre “bir halk sağlığı sorunu” olan intihar vakaları konuşulmalı, haberleştirilmeli. Ancak, özendirici, tetikleyici olmadan, ayrıntılara yer vermeden ve olayı dramatize etmek yerine intiharın arkasında yatan toplumsal nedenlere odaklanarak. İntiharın nasıl konuşulduğunun önemli oluğunu vurgulayan ilgililer, intihar eylemlerinin taklit edilebildiğine dikkat çektiler.

“İntiharı nasıl konuştuğumuz önemli”

Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği Onur Kurulu Üyesi Dr. Sezai Berber, “İntiharı konuşmalıyız ama önemli olan nasıl konuştuğumuz. Burada dikkat etmemiz gereken belirli ilkeler var. Bunlar, ölen kişileri kahramanlaştırmamak, ölenin intihar nedeni konusunda haklı olduğunu ilan edip başka kişileri teşvik etmemek. Haklılaştırmamanın yanında ölen kişinin kişilik haklarına saygı duymak gibi ilkeler olmalı. İntihar tek bir nedene bağlanmamalı. Kişiyi intihara götürebilecek 40-50 neden olabilir. Bu nedenlerden bazıları ağırlıkta olabilir” açıklaması yaptı.

Émile Durkheim’ın, “intiharların bulaşıcı olabileceği” yönündeki çalışmalarına işaret eden Dr. Berber, “Tek bir nedene bağlanması bulaşıcılık riskini artırabilir. Örneğin geçen dönemlerde banka borcu, emeklilikte yaşa takılma (EYT) gibi nedenlerle intihar haberleri yapıldığında arkasından başka intiharların da geldiğini gördük. Özellikle yatılı okullarda, kışlalarda bir kişi intihar edip yüceleştirildiğinde arkasından başka intiharların geldiği yönünde de bilgiler de mevcut” hatırlatmasında bulundu.

İntihar konusunda istatistiklerin sınırlı olduğunu belirten Dr. Berber, “Aileler de bazen yakınlarının ölümlerinin intihar olarak geçmemesine sağlayabiliyor. O nedenle net bir veri yok elimizde” dedi.

Paylaşım biçimi, tetikleyici ve özendirici olabilir

Sosyal öğrenme kuramına değinen Klinik Psikolog Gizem Uygur, canlıların bilişsel, davranışsal ve çevresel özelliklerinin birbirini sosyal bağlamda model alarak etkilendiklerini, intihar düşüncesi ve eylemlerinin de bu bağlamda insanların birbirini taklit edeceği bir alan olduğuna dikkat çekti.

İntiharın iletişim araçlarına etkisi üzerine yapılan ilk araştırmanın, Goethe’nin, “Genç Werther’ın Acıları” isimli kitabının ardından yapıldığını bildiren Psikolog Uygur, “Kitap yayınlandıktan bir süre sonra Avrupa’da sistematik olarak kitaptaki intihar modeline birebir uyan intiharlar yaşanmaya başlamıştır. Öyle ki literatüre ‘taklit intihar’ olarak da bilinen ‘Werther Etkisi’ (Werther Effect) kavramı girmiştir. Benzer araştırmalar, Türkiye ve tüm dünyada güncel haliyle de yapılıyor. Bilimsel olarak da söylenen, intiharların kamuoyu ile paylaşım biçiminin tetikleyici ve özendirici olabileceği ve taklit intiharları arttırabileceği yönündedir” diyerek intiharların bulaşıcılığının altını çizdi.

Taklit intiharlarının özellikle bazı intihar türlerinde yoğunluk gösterdiğini belirten Uygur, “Bunlardan ilki, belli tarikatların üyelerinin yaptığı türden bir model almayı içerir. Örneğin 1963’te Vietnam’da Budist rahiplerin intiharları. İkincisi, tanınmış, model alınmış sanatçıların ardından hayranlarının intiharı. Üçüncüsü ise benzer sosyo-ekonomik şartlara sahip, benzer deneyimlerden, krizlerden geçen bireylerin birbirleriyle kurdukları özdeşim üzerine gerçekleşen taklit intihardır. Türkiye’deki taklit intiharların birçoğu üçüncü sebepten kaynaklı” diye konuştu.

“İntihar mektubunun medyada yayınlanması doğru değil”

Psikolog Uygur, ölmeden önce bırakılan not ve mesajların, hayatta kalanlarla kurulan bir bağ olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“İntihar düşüncesi, yas evresine çok benzer. Bu dönemde gelen hüzün, çoğunlukla tek başına çekilir. İntihar mektubu, bu yasa başkalarını ortak etme çabası için de yazılmış olabiliyor. Çoğunlukla intihar mektuplarında, içsel sebeplerinden -psikolojik sebepler- çok dışsal sebeplerinden -işsizlik, aile baskısı, şiddet vb.- bahsedilir. Özellikle dışsal sebeplerin açıklanmasıyla, aynı zamanda bir adalet talebi dile getirilmiş oluyor. Bu sebepten bırakılan mektupları, hem kişinin öznel sebeplerine dair hem de toplumsal boyutlarına dair bizimle iletişim kurma çabası olarak düşünebiliriz.”

Uygur, “Medya aracılığıyla vakaların dramatize edilerek, görsel ögelerle birlikte sunulması, intihar düşüncesinde olan depresif, umutsuz ve çaresiz birçok kişi için çıkış yolu olarak görülmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, haberlerin doğru sınırlar çerçevesinde verilmesi, intihar vakalarını artırmaz aksine azaltıcı bir yerde de durabilir” uyarısında bulunarak açıklamalarını bitirdi.

Devlet, aile, sivil toplum, çevre ve medyaya sorumluluklar düşüyor. …

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ceren Sözeri, intiharın çok hassas bir konu olduğunu belirtip konuyla ilgili haberlerin intihara eğilimli kişileri tetikleyebileceği ve intiharın bulaşıcı bir hal alabileceğini anlattı. Bu konuda yapılan çok sayıda araştırma olduğunu bildiren Doç. Dr. Sözeri, uzmanların, intiharlarda psikolojik durumun yanında toplumsal sorunların da etkili olabileceğini söylediklerini aktarıp “Dolayısıyla bunun önüne geçmek için başta devlete ve aileye, sivil topluma, çevreye, medyaya sorumluluklar düşüyor. Böylesi intiharların önlenebilmesi için buna yol açan toplumsal sorunların da tartışılması, raporlanması, sorumluların gerekli önlemleri alıp almadığının sorgulanması gerekiyor” vurgusu yaptı.

“Gazetecilerin sorumluluğu, sosyal medya kullanıcılarından farklı”

Kara’nın intiharı, bıraktığı mesaj açısından, gençlerin tarikat ve cemaat yurtlarına mahkûm bırakılması, sorunlarını çözebilecek danışmanlıklardan, mekanizmalardan mahrum olmaları gibi toplumsal bir soruna işaret ettiğini kaydeden Doç. Dr. Sözeri, “Ancak mektubun ya da videonun, medya tarafından doğrudan yayınlanmasını doğru bulmuyorum. İçerdiği mesajdan bahsedilebilir, sorunlar tartışılabilir ancak diğer taraftan dramatizasyondan da kaçınmak gerekir” ifadesini kullandı.

Doç. Dr. Sözeri, gazeteciler arasında, intihara ilişkin videoyu “yaygınlaştırma” ve “yaygınlaştırmama” şeklindeki tartışmalar ile yayın yasağı getirilmesi kararına ilişkin ise şunları söyledi:

“Kara’nın kaldığı yurtta yaşadığı sorunlar, geleceğe dair endişeleri önemli bir konu ve daha geniş bir toplumsal öfkeye denk düştüğü için buna dair uyarılar sosyal medyada bazı insanların tepkisine neden oldu. Oysa uyarılar, görmezden gelinmesine yönelik değil konunun hassasiyetine, paylaşılma biçimine ilişkindi.

Yayın yasağı kararı, bugünkü koşularda işlevsel değil. Çünkü sosyal medyada zaten her şey çok hızlı biçimde ve bazen çok sorumsuzca yayılabiliyor ve yorumlanabiliyor. Ancak medyanın sorumluluğu, sosyal medya kullanıcılarından farklı. Gazetecileri yanlışlarından dolayı eleştirebiliyoruz, buna hakkımız var. Ancak bu yasakla değil, bilinçlenmeyle çözülebilecek bir sorun.”

“Videonun yayınlanmasında kamu çıkarı var”

Gazeteci Mustafa Hoş ise videonun yayınlanması konusunda Sözeri’ye göre biraz daha farklı düşünüyor:

“Enes Kara’nın nasıl öldüğünü şu anda bile bilmiyoruz. İntihar mı, intihara sürüklendi mi, öldürüldü mü? Aradan geçen bir ayda bile kesin bir sonuç yok. Ama tartışmalar, kesinlik üzerinden yapıldı. Enes’in videosu çok önceden çekilmiş ve içeriği nasıl intihar edeceğini değil neden o noktaya geldiğini anlatıyor. Enes, ‘Başka Enesler olmasın’ istiyor. Tarikat gerçeği ve baskısı açısından bakıldığında o videonun yayınlanmasında kamu çıkarı vardır. Ben intiharı/videoyu değil içeriğini tartıştım, tarikat elinde esir olan çocukları gündeme getirdim.”

Sosyal medyadaki bazı tutumları “lüzumundan fazla hassasiyet” olarak değerlendiren Hoş, “Tarikat gerçeğini değil de bu tartışmayı yapmayı, ‘Aman başıma bir şey gelmesin’ duygusu olarak gördüm. Türkiye, yönetim anlayışı açısından olağanüstü bir dönem yaşıyor. Bu ölümlerin çoğu politik. Tartışmaları yaparken bunu hep göz önünde bulundurmak lazım” diye konuştu.

Hoş, ısınamadığı için çocuklarına saç kurutma makinesini açarak ölümü seçen anne, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden baba ve Enes’in intiharından olumsuz etkilendiğini ancak intihardan çok ölüme götüren nedenleri sorgulamaya çalıştığını belirtti.

“Kamuoyunun bilmeye hakkı var”

Uzun süredir sağlık haberleri editörlüğü ve muhabirliği yapan Sibel Bahçetepe, yakın zamanda yaşanan başka bir örneği hatırlatarak intihar haberleri hakkındaki görüşünü şöyle ifade etti:

“Ben kriminal olayların, toplumsal ekonomik gibi nedenlerle gündeme gelen intiharların, kamuoyunun yakından tanıdığı kişilerin, kamuda görevi olan kişilerin intiharlarının doğru bir dil ve görsel malzeme kullanılarak haber yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yine şüpheli durumlardaki örneklerin de haber olarak verilmesi gerekir. Örneğin Şule Çet olayında olduğu gibi. Kamuoyunun bu haberleri bilmeye hakkı var. Burada intihar yönteminin detayının verilmesini doğru bulmuyorum. Hatırlarsanız bir dönem İstanbul’da yaşayan kardeşler bir maddeyi kullanarak yaşamını son vermişti ve bu maddenin adı günlerce yazıldı. Burada kimyasal madde denip geçilebilirdi ancak günlerce maddenin adı verildi ve ardı ardına benzer madde ile intihar haberleri gündeme geldi. Bu durum, bazen özendirici olabiliyor.

Bana göre, gazetecinin intihar vakası ya da herhangi bir haberdeki olayla arasında doğrudan bağ kurmaması önemli: Bazen bazı durumlarda elbette ki etkilenmemek mümkün değil ancak mümkün olduğunca bağ kurmamaya özen gösteriyorum. Bunun yerine intihara götüren nedenleri öne çıkarmayı daha doğru buluyorum.”

Nelere dikkat etmeli?

– Doç. Dr. Sözeri: Başta TGC Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi olmak üzere intihar haberlerinin nasıl verilmesi gerektiğine dair çok sayıda kaynak var. İntihara ilişkin fotoğraf ve görsel malzeme ile intihar mesajı kullanılmamalı. Bunun yanı sıra benzer psikolojik ve/veya sosyal sorunlardan etkilenen insanlara yol gösterici bilgiler de verilmeli. Kendilerini sıkışmış ve baskı altında hissettiklerinde nerelere başvurabilecekleri haberde yer almalı.

-Dr. Berber: İntihar haberleri gazetelerin birinci sayfalarında yer almamalı, iç sayfalarda yer verilmeli. İnternet haberciliğinde de bir intihar haberi yayınlanırken son dakika/şok gibi ifadeler kullanılmamalı. Ölen kişiyi kahramanlaştırmamak, intiharı özendirmemek gerekir. “Onur intiharı” gibi tabirler kullanılmamalı. Dini, kültürel kalıplar kullanılmamalı, nötr olunmalı. Suçlama, sorumluluk paylaşımı yapılmamalı.

-Bahçetepe: İntiharı, sorunların çözümüymüş gibi göstermemeye özen gösterilmeli. Haber yapılırken, intihar eden bireyin yakınları ve arkadaşları da olduğu unutulmamalı, bu kişilere de saygı gösterilmeli.  İntihar yönteminin detayına yer verilmemeli.

24 Saat gazetesinin PDF dosyasını indirmek için tıklayınız