Mahalle kültürü, betonlaşma ve dikey mimari

08.12.2022

Artan kent nüfusu, betonlaşma ve dikey mimariyi zorunlu kılıyor. Mahalle yaşamının yok olmasından değil, bilinçsiz kentleşme ve beraberinde gelen sorunlardan kaygı duyulması gerektiğine dikkat çeken Sosyolog Aydeniz, doğru şekilde inşa edilecek bir dikey mimari ile doğayı korumanın mümkün olduğunu vurguladı. Apartmanların, insanları birbirinden uzaklaştırdığı, mahalle kültürünün bitme noktasında olduğunun altı çizildi.

RAHİME TEKİN / VAN                        

Pek çoğumuz, özellikle 50’li yaşlardaki insanların, geçmişteki komşuluk ilişkilerinden özlemle söz ettiklerine birçok defa şahit olmuşuzdur. Kökeni yüzlerce yıl geçmişe dayanan mahalle kültürü, toplumsal ilişkiler açısından önemli olmakla birlikte günden güne yok oluyor. Toplumsal etkileşimin belki de daha yoğun olduğu o zamanlar, büyük ölçüde geçmişte kaldı. Yıllar içinde yaşanan hızlı nüfus artışı, yoğun yapılaşmayı da beraberinde getirdi. Son yıllarda artan kent nüfusu, betonlaşma, apartman hayatı ve dikey mimariyi zorunlu olarak gündemimize taşıdı. Bu arada artan betonlaşma, bir yandan mahalle kültürünü yok ederken diğer yandan da toplumsal yapıyı değiştiriyor. Bu değişim, genelde olumsuz bir durum olarak düşünülür, peki gerçekten de olumsuz bir durum mudur?

Ekolojiden sağlığa, sosyolojiden psikolojiye birçok boyutu olan bu değişimi, mahalle sakinleri ve Sosyolog Abdulsamet Aydeniz ile konuştuk. 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Abdulsemet Aydeniz, “değişimin bir zorunluluk” olduğunu, asıl önemli noktanın, bu “değişimin, katılımcı ve demokratik yönde olması” gerektiğini vurguladı. Mahalle kültürünün olumlu yönlerinin yanı sıra olumsuz yönlerinin de bir hayli fazla olduğuna işaret eden Sosyolog Aydeniz, “Betonlaşma ve onun beraberinde getirdiği birçok olumsuzluk vardır, fakat mahalle kültürünün ve birincil ilişkilerin baskın olduğu yaşam alanlarının da kendi içinde sorunları olduğunu görmek gerekiyor” dedi.

 

Kadın ve gençler açısından ciddi sıkıntılara neden olabilir…

Geleneksel toplumsal örüntülerin baskın olduğu yerlerde, kadın ve gençlerin kendi öznel varoluşlarını gerçekleştirmekte zorlandıklarını anlatan Aydeniz, “Kültür, her zaman nostaljik olarak özlem duyulan ve ‘ah keşke’lerle anılan bir şeye, kolayca dönüşebiliyor. Aslında kim için özlem duyulacak bir şey ona bakmak gerekiyor. Sosyal kontrolün baskın olarak varlığını sürdürdüğü yaşam alanlarında özellikle bu durum, kadın ve gençler açısından ciddi sıkıntılara neden olabilir” diye konuştu.

Sosyolog Aydeniz, birincil ilişkilerin daha yaygın ve toplumsal kontrolün fazla olduğu bir yaşam formundan, kentleşme ile beraber daha profesyonel ilişkilerin kurulduğu forma doğru bir evrilmenin söz konusu olduğunu belirtti. Günümüzde kentsel alanlarda betonlaşmanın, girmediği veya giremediği yerlerin çoğunlukla yoksul kenar mahalleler olduğunu işaret eden Sosyolog Aydeniz, bu mahallelerde yoksullukla beraber uyuşturucu kullanımı ve çeşitli suç türlerinin de yaygınlığına dikkat çekti.

Doğru dikey mimariyle doğayı korumak mümkün

Kentleşme ile ekoloji arasındaki ilişkiye de değinen Aydeniz’e göre asıl kaygı duyulması gereken nokta, mahalle yaşamının yok olması değil, bilinçsiz kentleşme ve beraberinde gelen sorunlar. Van kent merkezindeki yeşil alan yetersiz kaldığını, var olan yeşil alanların günün belirli saatlerinden sonra herkesin kullanabileceği yerler olmaktan çıktığının altını çizen Aydeniz, “Örneğin Feqîyê Teyran Parkı, Musa Anter Parkı, herkesin kendi kimliği ile rahatlıkla kullanabildiği alanlar olması gerekirken belirli saatlerden sonra kadınlar güvenle kullanamazlar. Van’da betonlaşma bir sorundur evet ama asıl sorun plansız ve kuralsız yapılaşmadır” değerlendirmesinde bulundu. 

Kentteki bilinçsiz dikey mimari ve sıkışıklığın ekolojiyi de olumsuz etkilediğini vurgulayan Aydeniz, “Farklı ülkelere bakıyoruz, dikey mimari çok yoğun ama herkesin nefes alacağı alanlar bırakılmış. Kentin belli alanlarında harika bir doğa ile karşılaşmak mümkün. Daha az bir coğrafya işgali söz konusu. Yani, doğru şekilde inşa edilecek dikey mimari ile doğayı da korumak mümkün” önerisiyle sözlerini bitirdi.


 Eyşa Ertaş

Apartmanlar, insanları birbirine uzaklaştırdı 

Mahalle kültürünün site yaşamına göre daha cazip olduğunu düşünen 73 yaşındaki Eyşa Ertaş, apartman ve sitelere hapsolmuş yaşamı, “yapay” olarak tanımlıyor. Ömrünün tamamını köy ve mahallelerde, müstakil evlerde geçiren Ertaş’a göre, mahalle yaşamının sürdüğü yerlerde paylaşım, yardımlaşma, komşular arası gidiş gelişler daha fazla. Site ve apartmanlarda yaşayan insanların birbirlerini pek tanımadıklarını belirten Ertaş, şunları anlattı:

“Mahallelerde eskiden çocuklarımız komşulara gidince, içimiz rahattı. Aile gibiydik, birbirimize güvenirdik. Kadınlar olarak geç saatlere kadar sohbet ederdik, doğal bir ortam vardı. Çocuklar bahçede oynar, toprakla temas ederdi, doğa ile iç içeydi. Düğünler olurdu hep beraber yardımlaşırdık. Mahallede eskiden ortak bir tandır evi bulunurdu. Tüm mahalleli, komünal bir şekilde ekmek pişirirdik. Kime bir misafir giderse komşusu yardımına giderdi, biri hastalansa yardıma koşulurdu. Yorulurduk ama anlamlıydı. Komşular arası saygı, sevgi, birbirini gözetme vardı. Betonlaşma genel olarak halkı kültüründen uzaklaştırdı, birbirine yabancılaştırdı. Şimdiki çocuklar bu ortamdan uzak; kutu gibi evlerde büyüyor. Apartmanlar insanları birbirinden uzaklaştırdı, mahalle kültürü ise bitme noktasında. Yaşam standartları, konfor şimdiki gibi değildi ancak yaşam daha anlamlıydı, huzurluydu.”


Zülfiye Karaş

Sebep zihniyette yatıyor 

Mahalle kültürünü, “insanların birbirlerini tanıyarak korkmadan beraber yaşamaları” şeklinde tanımlayan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi 23 yaşındaki Zülfiye Karaş da betonlaşmanın insan ilişkilerini olumsuz etkilediğini düşünüyor. Yaklaşık 6 aydır bir apartmanda kaldığını söyleyen Karaş’a göre, eskiden yan yana gelip derdini mutluluğunu paylaşan insanlardan bugün söz etmek neredeyse imkânsız.

Apartmanlarda yaşayan insanların kendilerini daha fazla güvende hissettiğini belirten Karaş, “Kendimizi güvende hissettiğimiz yer, insan ilişkilerinin neredeyse hiç olmadığı yerler olmuş. Bu içler acısı bir durum” ifadesini kullandı. 

Sosyal yaşamın temelinde sağlıklı insan ilişkilerinin yattığına değinen Karaş’a göre betonlaşma, sosyolojik ve psikolojik anlamda birçok olumsuzluğu beraberinde getiriyor. “Mahalle kültürünün yok olmasını, insanın kendi gerçekliğinden uzaklaşması” ile eş gören Karaş sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eskiden evlerinin kapıları, aynı sokağa açılan insanlar birbirleri ile derin sohbetler eder paylaşımda bulunurdu. Şimdi evler daha küçük, birbirine yapışık ve kapıları birbirine bakıyor. Buna rağmen insani ilişkiler neredeyse hiç yok. Betonlaşma ve yapılaşmaya da bir yere kadar ihtiyaç var. Ama geldiğimiz noktada, her yeri talan edercesine beton yığınlarına dönüştürdük. Aşırı betonlaşmanın sebebi, bir parçası olduğumuz halde kendimizi doğanın hakkimi olarak gören zihniyetimizde yatıyor.”