Kültür-sanat haberciliğine önem verilmiyor, alan muhabirleri giderek azalıyor

19.01.2023

Son dönemde ötekileştirilen, daha az önem verilen kültür-sanat haberciliği alanında muhabirler giderek azalırken kimi gazetelerde servisleri de kapatıldı

DENİZ ALİ TATAR

Gazeteciliğin olmazsa olmaz bölümlerinden biri olan “Kültür-Sanat Haberciliği”, son dönemde ötekileştirilmiş durumda. Meyada özellikle “Siyaset” ve “Magazin” bölümlerine göre daha az önem verildiğinden kültür-sanat muhabiri yok denecek kadar azaldı. Neredeyse gönüllülük esasıyla çalışmaya kadar indirgenen kültür sanat haberciliğine bakıldığında; bazı gazetelerin kültür-sanat servislerinin bile olmadığı, tek muhabirin hem “kültür-sanat”, hem “magazin” hem de “yaşam” haberlerine aynı anda baktığını gözlemliyoruz. Sanat alanında çalışma gerçekleştiren organizasyonlar, haberlerinin yapılması için “kültür-sanat muhabiri” bulamamaktan şikayet ediyor. İstanbul dışında Ankara ve diğer şehirlere bakıldığında, gazetelerin çoğunda, bir “kültür-sanat” muhabiri istihdam edilmiyor.

Genel anlamda medyanın, kültür-sanata haberlerine bakışı nedir? Yeni nesil habercilikte, kültür-sanatın yeri, okuyucuların kültür-sanat haberlerine bakışı nasıl? Kültür-sanat haberciliğinde gelinen noktayı; Birgün Gazetesi’nde Kültür-Sanat Editörü Işıl Çalışkan, Evrensel Gazetesi’nde Kültür Sayfası Editörü İsmail Afacan ve kültür-sanat alanında muhabirlik yapan Gizem Ertürk ile değerlendirdik. Çalışkan, Türkiye’de, kültür-sanatın “ne yazık ki hak ettiği” değeri bulmadığı ve maddi olanaksızlılar gerekçesiyle dar kadrolar verildiğini vurgularken Afacan, kültür-sanatın, okurun öncelikleri arasında olmadığını, bunda kültür-sanatın “eğlence” kültürüyle özdeşleştirilmesinin etkili olduğunun altını çizdi. Ertürk ise, bakış açısının değişmesiyle, kültür-sanat gazeteciliğinin “iyi bir yere geleceğini” düşündüğünü söyledi.

Çalışkan: Hak ettiği değeri bulmuyor, maddi olanaksızlıklar gerekçesiyle dar kadrolar veriliyor

Birgün Gazetesi’nde Kültür-Sanat Editörü Işıl Çalışkan

Birgün Gazetesi’nde Kültür-Sanat Editörü olan Işıl Çalışkan, sanatın kendisi için vazgeçilmez bir tutku olduğuna değinerek şunları söyledi:

“Halkla İlişkiler Bölümü’nü bitirdim ardından HaberTürk’te staj yaptım. Gazeteciliği sevmiştim. Müzik dinlemek, kitap okumak, film izlemek en büyük hobilerim. Neden hobilerim işim olmasın diye düşündüm ve sonra bunun için mücadele ettim. Sektörde tutunmak zor elbette ama tutkum sayesinde buradayım ve ne kültür sanattan ne de gerçekleri yazmaktan hiç vazgeçmedim.

Kültür-sanat gazeteciliği, artık medyada ‘çerez’i gibi görülüyor. ‘Olsa da olur, olmasa da olur’ gözüyle bakılan bir bölüm olması çok üzücü. Kültür-sanat sayfası olan gazete sayısı, bir elin parmağını geçmiyor artık. Gazetelerin birinci sayfasında kültür-sanat haberlerine ayrılan yere bakarak, verilen değerle ilgili kolaylıkla çıkarımda bulunabilirsiniz. BirGün’de olduğum için şanslıyım elbette. Kültür sanata verilen değer, diğer alanlardan daha az değil. Kültür sanat haberleri gazetemizde manşet bile olabiliyor. Her kuruluşta olması gereken bu…”
“Türkiye’de kültür-sanat, ‘ne yazık ki hak ettiği’ değeri bulmuyor, maddi olanaksızlıklar gerekçesiyle dar kadrolar veriliyor” diyen, kendisinin de bölümde tek başına çalıştığını belirten

Çalışkan, sözlerini şöyle tamamladı:


“Gazetelerin kültür-sanat birimlerinde, iki muhabir, bir editör olmak üzere en az 3 kişi olması gerekir. Birimde üç kişi çalışırsa; biri muhabir olarak basın toplantılarını takip eder, diğeri ise röportajlara gidip, özel haber çıkarabilir. Kültür-sanat gazeteciliğinin daha iyi bir yere gelmesi için önce ülkede kültür-sanat alanındaki sorunların çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yıl sonunda tiyatro, müzik, sinema ve yayıncılık alanlarında çalışan sektör temsilcilerine yönelttiğim ‘Nasıl bir yıl geçirdiniz?’ sorusu durumun vahametini ortaya koydu. Hem sanatçılar hem de basın temsilcileri, ‘Sanat üzerine daha iyi neler yapılabilir’ üzerine sorgulayıp araştırmak yerine yasaklar, baskılar ve sansürleri konuşmak zorunda kaldık. Sanatın ve sanatçının kıymetinin bilindiği bir ülkede gazetecilik yapmayı dilerim.”

Afacan: Geçmişin kültür-sanat birikimini bugüne taşımak, bugünün güncel sanat üretimini geleceğe aktarmak…

Evrensel Gazetesi’nde Kültür Sayfası Editörü İsmail Afacan

Evrensel Gazetesi’nde Kültür Sayfası Editörü olan İsmail Afacan, 2011 yılından bu yana Kültür sanat alanında gazetecilik yaptığını, Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olarak alaylı bir gazeteci olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Evrensel’i öğrencilik yıllarımda takip ediyorum. Önce okuru, sonra gönüllü dağıtımcısı, sonra muhabiri oldum. Ardından editörlük yapmaya başladım. Dolayısıyla, gazeteciliği de özel olarak kültür sanat gazeteciliğini de Evrensel’de öğrendim. Halen kültür sanat editörü olarak çalışıyorum.

Gazetecilikte en zorlu ve ekonomik koşullarda vazgeçilen alan ve sayfalardan biri, kültür-sanat. Bu nedenle çalıştığım gazetenin kültür sayfasından taviz vermemesini, ülkemizdeki kültür-sanat haberciliği açısından oldukça kıymetli olarak nitelendiriyorum.

Gazeteciliğin güç kaybettiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu güç kaybında, iktidarın basın özgürlüğüne ve halkın haber alma hakkına yönelik kuşatması, bir elin parmaklarını geçmeyecek gazete ve televizyon dışında medyanın büyük bir bölümünü kendine bağlaması başlıca neden olarak sayılabilir. Ayrıca siyasal kutuplaşmanın yarattığı atmosferde doğru haberden çok tarafgirlik beklenmesi gazeteciliğin temel sorunlarından bir tanesi… Kültür-sanat alanında da bu atmosferin etkilerini sıklıkla görebiliyoruz. Şair-Yazar Sennur Sezer, ‘Ben bir gazetenin kimliğinin, kültür sayfasından belli olacağına inanırım’ derdi. Medya sektörünün genelinde kültür sanata bakış aynı zamanda onların kimliğini anlamak açısından da önemli bir gösterge. Kimleri yok saydıkları, ne tip yazı ve haberlere yer verdikleri, nitelik konusundaki ısrarcı olup olmadıkları, gazeteciliğe nasıl baktıklarını da gözler önüne seriyor. Ayrıca kendi gazetem dışında BirGün, Cumhuriyet, Milliyet, Gazete Duvar, KRT gibi yazılı, dijital ve görsel medyanın kültür-sanat haberciliğini önemsiyorum. Kültür-sanatın, yaşantımızda önemli yeri olduğunu düşünüyorum. Kültür-sanat, gazeteciliğin en önemli öznelerinden biri. Yayın çizginizi tıklama sayısı üzerinden belirlediğinizde, kültür-sanat haberleri, sadece popüler sanat ürünlerinden, tanınmış isimlerden ibaret olabiliyor. Bazı siteler, doğrudan tercih etmediğinden, bazıları da ekonomik sorunlardan dolayı buraya odaklanmış editör ya da muhabir çalıştırmıyor. Hal böyle olunca tıklanma önceliğine ek olarak, mecraya gönderilen basın bültenlerinin dili haberciliğin dili haline geliyor. Sonuçta kültür-sanat haberciliği, magazin ve tanıtım yayıncılığına evrilebiliyor. Bu da bir nitelik sorunu yaratıyor. Tüm bunların yanında ‘haber değeri’ni sadece en popüler alanda bulmayan, farklı sanat dallarını ve isimleri takip eden, bu alanda nitelikli ve özenli içerik üreten isimler, mecralar elbette var. Ama sayısının az olduğu da bir gerçek.”

Güncel kültür-sanat üretimini takip eden, geçmiş kültür-sanat birikimini merak eden okurların olduğuna işaret eden Afacan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Toplumsal kutuplaşmadan kaynaklı olarak, kimi okurların beklentisi doğru haberden çok tarafgirlik oluyor. İktidarın en fazla saldırdığı alanlardan biri de kültür-sanat sektörü. Tek adam diktasının yarattığı ekonomik kriz, adaletsizlik, baskı atmosferi okurun önceliğini belirliyor. Kabul etmek gerekir ki kültür-sanat, okurun öncelikli haber başlıkları arasında değil. Kültür sanatın ‘eğlence’ kültürüyle özdeşleştirilmesi de bunda etkili. Kısacası kültür-sanat gazeteciliğinin okur nezdinde hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyorum. Meşhur sözdeki gerçeklik burada da kendini gösteriyor: Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kesiyor. Patron medyasında da bu ‘kanun’ geçerli… Evet, kültür-sanata bakış değişiyor ama geçmişteki yaklaşım da pek matah değildi. Kültür ve sanata yönelik piyasacı yaklaşım terk edilmedikçe bu olumsuzluklar hep yaşanacak.

İlk başladığım zamanlar üç kişilik bir ekibimiz vardı. Bir editör, iki muhabirdik. Bir kültür sayfası için bunun bulunmaz bir olanak olduğunu görüyorum bugünden baktığımda. Evrensel Gazetesi, Basın İlan Kurumu’ndan ilan almıyor. Yani Evrensel Gazetesi, ekonomik olarak iktidar tarafından boğulmak isteniyor. Bu koşullar nedeniyle artık ilk etaptaki gibi bir ekibimiz yok. Ama buradaki en büyük artımız gönüllü muhabirler ağı olan bir gazete olmamız. Dolayısıyla ekibimiz gönüllü muhabirler ağımızdan oluşuyor. Türkiye’nin her köşesinden kültür sanat haberleri ve yazıları gazetemize geliyor, bu da işimi çok kolaylaştırıyor. Bu nedenle tek başıma değilim.”

Kültür-sanat gazeteciliğine niceliğin önemli ama nitelik konusundaki direncin de önemli olduğunu vurgulayan Afacan, açıklamalarını şu sözlerle bitirdi:

“Gazeteciliğin, kültür aktarımının en önemli faaliyetlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Geçmişin kültür-sanat birikimini bugüne taşımak, bugünün güncel sanat üretimini geleceğe aktarmak kültür-sanat gazeteciliğinin en önemli özellikleri… Bunlar aynı zamanda kültür-sanat gazeteciliğinin magazin gazeteciliğinden ayrılan en önemli yanları… Popüler olana teslim olmayan, sanat eserlerinin PR unsuru olarak görmeyen, sanat eleştirisinin gelişmesine katkı sunan, toplumsal kutuplaşmadan kaynaklı estetiği unutmayan bir kültür-sanat gazeteciliğine ihtiyaç var. Elbette bunlar için ekip çalışması gerekli.”

Ertürk: Siyaset ya da magazin kadar önemli bir yere konduğumuzu düşünmüyorum

Kültür-sanat alanında bağımsız olarak muhabirlik yapan Gizem Ertürk

Kültür-sanat alanında gazetecilik yapan Gizem Ertürk, lise yıllarında sinema ve müzikle ilgili bir şeyler yapma isteğinin başladığını, “Roll” ve “Blue Jean” dergilerinin kendine ilham veren kaynaklar olduğunu aktarıp “Üniversitede, Sinema-TV Bölümü’nde okudum. Fakat gazetecilik, haber yazma vb. derslerimiz olduğu için, gazeteciliğin temeline dair bazı temel bilgileri okulda aldım. Ama televizyonda de yaptığım staj sonrası girdiğim ilk iş bir kültür-sanat dergisinde editörlüktü. 2008 yılında aktif olarak kültür-sanat alanında çalışmaya başladım” diyerek kendi sürecinden söz etti.

Televizyona geçtiği 2009’da, hâlâ kanallarda sinema ve müzik programları olduğunu anımastan Ertürk, o yıllarda kültür-sanat programlarına “ikinci sınıf” muamele edildiği ve siyaset ya da magazin kadar önemli bir yere konulduğunu hiç düşünmediğini belirterek şunları söyledi:

“En azından ekranda, küçük de olsa bir yerimiz vardı, 2012 yılına kadar. Ancak 2013’te, ‘Gezi olayları’ sonrası artan baskı ve yozlaşma kültürü, ekranların giderek renksiz ve tek tip bir hale gelmesi ve kültür-sanat gazeteciliğini neredeyse yapılamaz hale getirdi. Neyse ki son birkaç yılda, artan dijital mecralar sayesinde biraz olsun toparlandı ama yine de maalesef kültür-sanat gazeteciliği hâlâ hobi ya da gönüllü yapılan bir aktivite gibi görünmekten öteye geçemiyor.
Kültür-sanat haberleri, son dönemde ancak içinde magazinsel ya da popüler bir öğe olunca ön plana çıkabiliyor. Maalesef gerçekten kültür-sanat haberi takip eden çok az bir kitle olduğunu düşünüyorum. Bu da ülkede artan ekonomik krizin bir yansıması. İnsanlar geçim ve hayatta kalma derdinde olduğu için bir kahve alıp kültür-sanat haberleri okuyabilen biz kaç kişiyiz? diye sormadan edemiyorum.”

Daha önce çalıştığı bir dergide kültür-sanat alanında 2 kişinin görev yaptığını, televizyon kanalında ise uzun yıllar boyunca tek kişi olarak çalıştığını vurgulayan Ertürk, sözlerine yaşadığı olumsuzluklar ve önerilerini sıralayarak şöyle devam etti:

“Şu anda da gördüğüm, kültür-sanat bölümünde tek başına çalışıyor arkadaşlarım. Hatta mevcut işlerine ek olarak kültür-sanat haberciliği yapıyorlar. Yani bir yandan, bir baklava zincirinin sahibiyle röportaj deşifre etmek zorunda kalırken, sevdiği bir sanatçının albümünü dinleyip soru hazırlamak için ekstra mesai yapan çok kültür-sanatçı arkadaşım var.
Önce sunuculuğunu ve editörlüğünü yaptığım sinema programım genel bir kültür-sanat formatına çevrildi. Daha sonra da ‘şimdi neredeler’ konseptli bir belgesel programa çevrilmişti. Atatürk, “Sanatsız kalan toplumun, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyor ya işte her gün haberleri açtığımızda bunu sonuçlarını görüyoruz. Bir taksici, ‘Eskiden ayda bir de olsa ailemizle bir sinemaya/tiyatroya giderdik, şimdi en son ne zaman gittiğimizi bile hatırlamıyorum’ demişti. Bence bu her şeyi özetliyor.”

Bakış açısının değişmesiyle beraber aslında ‘kültür-sanat gazeteciliğinin’ iyi bir yere geleceğini düşünüyorum. Bunun için öncelikle kanalların, kurumların başına, gerçekten kültür-sanatı seven donanımlı iyi kalpli, hayvan ve doğa sever yöneticiler gelmeli. Kültür-sanat servislerinde en az 4-5 kişi çalışmalı bence. Sinema, müzik, sergi, tiyatro… Bunların her biri ayrı uzmanlık gerektiren türler. Yeni bir yıla girdik. Her ne kadar olumsuzlukları, çözülmesini istediğim sorunları paylaşsam da, yeni yıldan umutluyum. Gençlerden, onların dünyayı keşfetme aşkından, merakından, sorgulamacı, araştırmacı, eleştirel bakışlarından umutluyum. Paul Auster ‘Son Şeyler Ülkesi’nde diyor ya; ‘Hepimiz canavarlaştık, ama yüreğinde bir zamanlar yaşadığı hayatın bir kırıntısını taşımayanımız yok gibi’ diye.. O kırıntıların birleşip bir gün bizi aydınlık, bilim ve sanatın ışığındaki yola ulaştıracağına inanıyorum.”