Kafkaslar’a giden yolda, önce Batum’u göreceğiz. Dünya’nın en fazla su kaynağına sahip ikinci ülkesi Gürcistan’ın ovalarından, sert akan nehir yataklarını takip ederek, Kafkasların buzul kaplı zirvelerine yükseleceğiz. Osmanlılara kadar birçok Türk boyunun atlıları tarafından çiğnenmiş bu dağlara kimse uzun süre egemen olamamış. Efsanelere göre, Kafkas Dağları dünyanın beli. Bu belin yıkılması halinde Dünya’nın ayakta duramayacağı bile yıllarca konu edildi.
BESİM GÜÇTENKORKMAZ
Karadeniz kıyısından Hazar denizine kadar uzanan bu dağ sinsilesini aşmak tarih boyunca tüm kavimler için elbette çok zordu. 5 bin metrenin üzerinde tam 9 zirve sahip, ortalama yükseltisi 3 bin metreyi geçen bu dağlarda, nice kervanlar kayboldu, nice yiğitler can verdi, nice dağcılar zirve yollarında hüsran yaşadı. Türk boyları uzun süre bu bölgeye hakim oldu. Türk akıncıların ayak izleri ve bıraktıkları kültür, biliyorum ki hala bu dağlarda yaşıyor. Şimdi İstanbul merkezli Kamptrek grubunun organizasyonu ile efsaneler diyarı Kafkas dağlarını, vadilerini, nehirlerini görmeye, bu coğrafyada yürümeye Gürcistan’a gidiyoruz. Ama sırada önce buluşma yeri olarak Trabzon, sonrasında artık Ali ve Nino’nun ölümsüz aşkı ile anılmaya başlanan Batum var.
BURASI TRABZON MU?
Buluşma yerimiz Trabzon. Bir gün önce geldiğim Trabzon’da gördüğüm manzara, çok iyi bildiğim, yıllardır gidip geldiğim Trabzon’dan çok uzak. Trabzon sanki tamamen Arap şehri olmuş. Yakında takımın sahibi de bir Arap şeyhi olursa şaşmam. Maçlara da Araplar gelir, “yaaalellli” diye tempo tutar. O denli yani. Meydandaki o güzelim ev yemekleri yapan restoranların yerini Arap müşterilere hizmet veren kebapçılar almış. Restoranlar ilk bakışta daha lüks havası veriyor ama oturup bir yemek yeme hissi bana vermiyor. Hijyen unsuru uçup gitmiş. Sokaklardan Trabzon insanı adeta kaybolmuş. Her köşeden bir Arap topluluk çıkıyor karşınıza. Taksiciler ve esnaf memnun. Para kazanıyorlar. Bir Kuruyemişçiden tuzsuz fıstık almak istiyorum çekinerek. Araplar tuzlu sevdiği için tuzsuz fıstık satmadığını söylüyor. Trabzon’da artık zevkler ve renkler, Arap müşterilerin isteklerine göre şekillenmiş. Oysa ne çok severdim Trabzon’u. Yıllardır kaldığım Usta otel de Arap müşterilerin konaklama alanına dönmüş. Usta Otel’in Müdürü Şener, “özlemişimdir” diye aşçısına “kuymak” yaptırıyor. Kahvaltı sonrasında gezi grubu ile Havaalanında buluşuyoruz. 30 kişilik bir tur grubundayız. Gezimizi ise, arabasından rehberine, otelinden tur programına kadar, Gürcistan’ı çok iyi bilen TÜRSAB üyesi RİTUR turizm üstlenmiş.
BATUM
Gürcistan’a girişte Türkler için vize ve pasaport’a gerek yok. Yeni nüfus cüzdanları ile giriş yapabiliyorsunuz. Sarp sınır kapısından geçince, önce Gürcistan merkezi hükümetine bağlı Acara Özerk Cumhuriyetine giriyorsunuz. Batum şehri aslında bu cumhuriyetin başkenti. Sınır kapısında Türkiye’ye girmek isteyen Gürcüler bekliyor. Onlar da biraz önce girenler gibi paramızın değer kaybetmesinden yararlanıp, Türkiye’den alış veriş yapacaklar. Sonra da aldıklarını gidip ülkelerinde satacaklar. En çok Ayçiçek yağı alıyorlar. Beşer kiloluk yağlardan, adam başı üçer dörder tane alıp, koltuk altlarına sıkıştırıp, ülkelerine geri dönüyorlar. Bizim sınır kapısının hemen yanındaki görkemli camiden sonra, sınırı geçer geçmez, bir kumarhane binasının yanıp sönen tabelası göze çarpıyor önce. Sonra da daracık yolun kenarında sıralanmış kilometrelerce uzunluktaki TIR kamyonlarının kuyruğu. Bazen 10 gün beklemek zorunda kalıyorlarmış kuyruktaki bu TIR’lar gümrükten geçebilmek için. Türk tarafındaki duble yoldan çıkıp, Batum’a giden tek araçlık dar yolda ağır ağır ilerliyoruz. Sıra bekleyen kamyonlar, yolu daha da daraltıyor. Batum’a kadar deniz kıyısından ilerliyoruz. Kıyının tamamı plaj ve kamyonların arasında arabalarını park edebilen aileler, neşe içinde denizin keyfini çıkartıyor. Karadeniz, bu bölgede sanki bizim kıyılarımızdan daha uzun bir plaj şeridi oluşmasına izin vermiş. Kıyıda tek başına güneşlenen bikinili kadınların çokluğu dikkat çekiyor. Akşamüzeri Batum’dayız. Modernlik ile köhneliğin, gelişmişlik ile geri kalmışlığın bir arada yaşadığı bir şehir karşılıyor bizi. Şehrin merkezinde, sanki elinle itsen yıkılacak kadar sallantıda duran, Rus döneminden kalma sosyal konutlar var. Balkonları, pencereleri üflesen aşağıya inecek gibi. Yıkılacak gibi duran bu binaların hemen yanında, modern oteller ve iş merkezi olan gökdelenler ve çok katlı iştah kabartan rezidanslar da inşa edilmiş. Nasıl bir şehir olduğunu anlamaya çalışırken, çok iyi korunan tarihi meydanlar ve bu meydanlardaki Rus dönemlerinden kalma tarihi heykeller de geçmişlerine olan saygıyı ve koruma içgüdüsünü işaret ediyor.
ALİ İLE NİNO
Bu aralarda Batum’da Ali ile Nino adlı mekanik heykel en çok ziyaretçi akınına uğrayan yer olmuş. Deniz kıyısındaki bir meydanda kurulu kadın ve erkek görselleri, bir süre kendi etraflarında döndükten sonra, birbirleri ile buluşuyor ve hatta bu buluşmada, iki heykel birbiri ile bütünleşiyor. Ali ve Nino’nun aşk hikayesi, ilk kez 1937 yılında kitap halinde yayınlanmış ve çok sonraları filmi de çekilmiş. Ali ile Nino birbirlerine aşık iki genç. Ne var ki, derebeyi oğlu Ali, Azeri ve Müslüman. Gürcü prensesi Nino ise Hristiyan. Aileler bu birlikteliğe izin vermeyince Ali, Nino’yu Azerbaycan’a kaçırır ve evlenirler. Bir de kızları olur. Ancak Ali, Gence’de katıldığı bir savaşta 24 yaşında ölür, Nino ise kızıyla Fransa’ya göç eder. İki sevgilinin bir daha kavuşamamaları nedeniyle, Ali ile Nino’yu anlatan Batum’daki bu mekanik heykelde iki sevgilinin de kolları yok. 2010 yılında inşa edilen ve aşkın hareket eden halini anlatan bu çelikten yapılma heykelin yüksekliği ise 28 metre.
ÖZENLİ VE GÖRKEMLİ MEYDANLAR
Ruslardan kalma, özenle korunan, birbirinden güzel tarihi eserlerin yer aldığı meydanları ile ünlenen Batum, aynı zamanda yıllardan beri Rusya’nın en büyük petrol limanı. Ancak yaz aylarında çok fazla turist geldiği için, bu aylarda petrol limanı işlevini 30 km uzaklıktaki bir başka liman üstleniyor. Böylece, yaz aylarında Batum’da, denizi kirleten dev petrol tankerlerini görmüyorsunuz. Aynı zamanda bir kumar cenneti de Batum. En önemli misafirleri tabi takdir edersiniz ki Türkler. Sınırdaki Cami ile kumarhane arasındaki yolu, vizesiz, pasaportsuz 5 dakikada yürüyerek geçip, kumar tutkularını giderebiliyorlar. Bu arada hatırlatmadan geçmeyeyim. Bir Gürcü parası, yani bir Lari almak için tam 7 Türk Lirası ödüyorsunuz. Tüm dünya ülkeleri paraları karşısında değer kaybeden Türk Lirası, burada da dibi görmüş durumda ne yazık ki.
BATUM GECELERİ
Batum güzel bir şehir. Sadece gezmek için bile günü birlik gelinebilir. Gecenin karanlığı köhne binaları gölgeleyince, yeni yapılan lüks binaların ışıkları şehri çok daha büyülü ve modern görünümlü hale getiriyor. Gecenin sahte makyajında Batum’un gece hayatı sizi çepeçevre sarmalıyor. Petrol tankerlerinin olmadığı limanda, gezi tekneleri ile turlar düzenleniyor. Alfabe kulesinde, okunması gerçekten çok zor olan Gürcü Harfleri yer alıyor. Şarapçılık önemli bir gelir kaynağı ve gerçekten çok iyi dekore edilmiş, modern şarap evleri gecenin eşliğinde sizi kendisine doğru çekiyor. Meydanlarında, zaman geçirilecek çok güzel kafeleri var. Harika aydınlatılan bu tarihi meydanlardaki kafelerde, çoğunlukla güzel bir keman sesi ve mutlu insanların şen kahkahaları sizi karşılıyor. Bazı meydanlarda ise Ukranyalı gençlerin ellerinde bayraklarla Rusya’yı protestosuna şahit oluyoruz. Ancak Gürcüler bu protestolara, yıllardır üzerlerinden atamadıkları Rusya korkusu nedeniyle çok destek vermiyorlar. Çünkü Abazya ve Osedya halkları Gürcistan’dan ayrılmak için çaba harcarken, Rusya bu ayrılığı engellemeye çalışan Gürcistan’a iki gün içinde girmiş ve Tiflis’e kadar ulaşmış. Yani bugün Ukrayna’nın başına gelenler bundan çok değil 10-15 yıl önce Gürcistan’ın başına gelmiş. O nedenle, Ukrayna işine pek karışmak, Ukraynalı protestoculara destek vermek istemiyorlar.
KAFKASLARA YOLCULUK
Bir gece konakladığımız Batum’dan sonra, ana hedefe, yani Mestia’ya doğru dinlenmiş olarak yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yer yaklaşık 260 kilometre uzaklıkta ama deniz seviyesindeki Batum’dan 2 bin 500 metre yükseklikteki bu güzel kasabaya gidebilmek için, arabayla bayağı bir tırmanma gerekiyor. Dar bir yoldan, kıvrılarak yükselecekmişiz. O nedenle yol için 6-7 saatlik bir süre verildi bizi Batum’da karşılayıp, kafileye dahil olan Gürcü rehberimiz Sofiya tarafından. Sofiya, RİTUR’un rehberi ve hemen hemen tüm turların transferlerini RİTUR yüklendiği için Mestia ile Batum arasında turdan tura mekik dokuyor. Batum’dan çıktıktan sonra, Kafkas dağlarının eteklerinde, yol üzerindeki tek büyük şehir Zugdigi yakınındaki Dadiani sarayında küçük bir mola veriyoruz. Güzel ama küçük bir saray. Bu sarayda yaşayan soylulardan birisinin torunu, sanırım Napolyon Bonapart ile evlenmiş. Bu anlamda bir değer taşıyor. İleride Kafkas dağları görünüyor.