“İklim kriziyle mücadelede Türkiye’nin RES uyumsuzluğu”

04.04.2022

“İklim kriziyle mücadelede Türkiye’nin RES uyumsuzluğu

Türkiye, geçen yıl Avrupa’da en fazla rüzgâr enerjisi kurulumu gerçekleştirilen ülkeler sıralamasında, dördüncü. Haklar ve Araştırmalar Derneği raporuna göre, Türkiye’nin yenilenebilir enerji politikaları, iklim krizi ile mücadelede bütüncül bir perspektif üzerinden değil, sermaye için yeni teşvik, kredi ve istisnalarla güçlendirilmiş yeni bir “kalkınma” ve “ekonomik büyüme” imkânı üzerinden yürütülüyor. Dernek, yenilenebilir enerjinin bütüncül, doğru uygulamaları için yol gösterici olmak amacıyla öneriler de getirdi.

HASAN ÖZHAN ÜNAL / İSTANBUL

Avrupa Komisyonu (AK), Ukrayna’daki savaşla birlikte Avrupa Birliği’nin (AB), Rusya’dan tedarik ettiği doğalgaza olan bağımlılığını azaltmak amacıyla yeni bir enerji yol haritası belirledi. Komisyon, biyogaz ve hidrojen kullanımında büyük bir artış önermesinin yanı sıra “yenilenebilir enerji” projelerinin hızlandırılacağını da belirtiyor.  Söz konusu yenilenebilir enerji kaynaklarından biri de rüzgâr. WindEurope’un savaşın başlamasından bir gün önce (23 Şubat 2022) yayımladığı “2021 Avrupa Rüzgâr Enerjisi İstatistikleri ve 2022-2026 Görünümü” raporuna göre Avrupa, 2021 yılı sonunda rüzgâr enerjisi kurulu gücünde 236 gigavat (GW) kapasiteye ulaştı. Geçen yıl Avrupa’da, 17 gigavatlık yeni kapasite kurulumu gerçekleşti. Ancak bu kapasite, AB’nin “2030 İklim ve Enerji Hedefleri”ne ulaşmak için inşa etmesi gerekenin yarısı bile değil.

Raporda, yeni kapasite kurulumlarının yüzde 81’ini karasal (onshore) rüzgâr kapasitesi oluşturduğu kaydediliyor. Karasal rüzgâr enerjisi gücünde en çok kurulumu İsveç (2,1 GW) ve Almanya (1,9 GW) gerçekleştirdi. Geçen yılın en fazla rüzgâr enerjisi kurulumu ise 2,64 gigavat (2,31 gigavatı deniz üstü rüzgâr santrali) ile Britanya’ya ait.
 

Türkiye ise, 2021 yılında Avrupa’da en fazla rüzgâr enerjisi kurulumu gerçekleştirilen ülkeler sıralamasında 1,4 gigavatlık kapasiteyle Britanya, İsveç ve Almanya’nın ardından dördüncü sırada yer aldı. Türkiye, 2021 sonunda ulaştığı 10,75 GW karasal rüzgâr kapasitesiyle önceki yıla göre iki basamak yükselerek, Avrupa’da kurulu güç sıralamasında ise üçüncü sıraya yerleşti. Ayrıca Türkiye, dünyanın en yüksek kapasiteli karasal rüzgâr türbinlerinin kullanıldığı ülkelerden biri oldu.

Geçen yıl elektrik üretiminin üçte birini doğalgazla karşılayan Türkiye’nin, yine rapora göre 2021’de rüzgâr enerjisinden ürettiği elektrik, toplam elektrik üretiminin ortalama yüzde 10’unu karşılıyor. Doğalgazda yüzde 99,1 oranında dışa bağımlı olan Türkiye rüzgâr enerjisi kurulu gücünü hızla artırırken, rüzgâr enerji santralleri (RES) iklim değişikliği ile mücadelede uyumsuzluk yaratan bir tablo da ortaya çıkarabiliyor.

Bir uyumsuzluk deneyimi: Karaburun

İnsan hak ve özgürlükleri ile ekolojik yaşam haklarının uygulanması geliştirilmesi, ilerletilmesi amacıyla Ocak 2021’de kurulan Haklar ve Araştırmalar Derneği (HAD), Temmuz 2021’de yayımladığı “İklim Değişikliği ile Mücadelede Bir Uyumsuzluk Deneyimi 'Karaburun Yarımadası Rüzgâr Enerji Santralleri” raporunda, 2010-2020 yılları arasında İzmir’in Karaburun Yarımadası’nda projelendirilen RES’leri, iklim değişikliği ile mücadelede “uyumsuzluk örneği” olarak inceledi ve yol açtığı hak ihlallerini görünür kılmayı hedefledi.

Söz konusu rapora göre, yüzölçümünün yaklaşık olarak yüzde 90’lık bölümü, RES projelerine tahsis edilen Karaburun Yarımadası, 2010’lardan itibaren inşa edilmeye başlanan rüzgâr enerji santralleri ve bu projelere karşı Karaburunlu yurttaşlarca yürütülen hukuk mücadeleleri ile gündeme gelmişti. Bugüne kadar toplam 15 dava açılırken, 3 kez Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmıştı.

HAD; çevre ve ekoloji mücadelesi içinde yer alıp, hakları ihlal edilenlere hukuki destek sunan ve Türkiye’nin farklı illerinde yaşayan bir grup avukat, çevre ve ekoloji mücadelesi sürecinde edindikleri bilgi ve deneyimleri kurumsal bir yapıya kavuşturmak amacıyla kuruldu. Dernek avukat ve raportörlerinden Cem Altıparmak’a göre bu süreç, “yenilenebilir enerji uygulamalarının bir iklim politikası aracı olarak nasıl uygulanması gerektiği ile somutta nasıl uygulandığı arasındaki muazzam yıkıcı farkın ortaya konulduğu”, bir açık saha çalışması işlevi gördü.

Rüzgâr enerji santrallerine de yer verilen raporun “Tehditler ve Riskler” bölümünde, yarımadadaki yoğun ve yaygın RES uygulamalarının, tarım alanlarına, mera ve otlaklara, dolayısıyla hayvancılığa, endemik – nadir ve tıbbi amaçlı bitkiler bakımından zengin bitki örtüsüne zarar verdiği vurgulandı.

Türbinlerin kanatlarının, emniyet ışıklarının ve yüksek gerilim hatlarının, Ada Martısı, Yılan Kartalı, Küçük Kerkenez, Ada Doğanı gibi koruma altında olan türleri de kapsayan kuş popülasyonu için ciddi yaşamsal risk oluşturduğu belirtilen raporda, “Tüm bu gelişmeler, yöre halkının varlığını sürdürmesini ciddi olarak tehdit altına almaktadır. Buna bağlı olarak sosyolojik ve psikolojik açıdan yaşananlar, önemli riskler arasında sayılmalıdır” denildi.

Mera ve çayırlıklar, RES’lere tahsis edilmiş

RES’lere yer açmak için acele kamulaştırma davaları ve idari kararlarla, mülksüzleştirme ve yerinden etme politikaları uygulandığı da vurgulanan raporda, şu ifadelere yer verildi:

“Kıl keçisi yetiştiriciliğinde İzmir’de ilk sırada olan Karaburun’un mera ve çayırlıkları, RES projelerine tahsis edildi. Yaklaşma (setback) mesafesi için hâlâ yasal düzenleme yapılmayan RES türbinleri, Karaburun’daki yerleşim yerlerine sadece birkaç yüz metre uzaklıkta kuruldu. Karaburun’un özel çevre koruma bölgesi ilan edilmesi dahi, Karaburun’u bu yıkımdan koruyamadı. Bu ekolojik yıkıma karşı çıkan Karaburunluların adil yargılanma haklarının ise İdare mahkemeleri ve Danıştay tarafından ihlal edildiği, Anayasa Mahkemesi kararı ile tescil edildi.”

Raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji politikalarının, iklim krizi ile mücadelede bütüncül bir perspektif üzerinden değil, sermaye için yeni teşvik, kredi ve istisnalarla güçlendirilmiş yeni bir “kalkınma” ve “ekonomik büyüme” imkânı üzerinden yürütüldüğü belirtildi. Bu yaklaşımın ise Karaburun’da olduğu gibi ciddi insan ve doğa hakkı ihlallerine, iklim krizi ile mücadeleyi değil krizi derinleştirici etkilere yol açtığını ifade edildi.

Yenilebilir enerji projelerinde uyumsuzluğa emsal teşkil eden uygulamaların, Karaburun özelinde yarattığı sonuçların, “bütüncül bir şekilde ortaya konulması ve yenilenebilir enerjinin doğru uygulamaları için yol gösterici olması” amacıyla raporun son bölümünde, özetle şu öneriler yer aldı:

  • Yenilenebilir enerji uygulamaları, iklim değişikliği ile mücadele politikası ile uyumlu olmalı.
  • Enerji üretim modelinin “yenilenebilir” olarak tanımlanması, tek başına iklim krizi ile mücadele için yeterli değil.
  • Doğa merkezli (ekosantrik) çözümlerden, gıda ve su güvenliğinin sağlanmasına, sosyal ve ekonomik olarak kırılgan gruplar, kırsal topluluklar için yerel kalkınma, adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi temel prensiplerin yeniden tanımlanmasına yönelik dönüşümsel uyum politikalarının üretilmesi gerekmekte.
  • Yerelin ihtiyaçlarını, yerel kalkınma ekonomilerini ve doğasını yok sayan yenilenebilir enerji uygulamalarının, insan ve doğa hakları ihlallerine yol açtığının farkına varılmalı.
  • İklim değişikliğinin insan haklarına etkileri her aşamada analiz edilmeli ve buna uygun politikalar üretilmeli.
  • RES türbinlerinin en yakın yerleşim yerine olan yaklaşma (setback) mesafelerine dair yasal düzenlemeler gecikmeksizin yapılmalı.
  • İklim değişikliği ile mücadelede korunması gereken en önemli alanlardan olan karbon yutak alanları (orman alanları, çayır ve mera alanları, tarım alanları ve sulak alanlar) üzerinde, yenilenebilir dahi olsa enerji üretim santrallerine izin verilmemeli.
  • İstisnai bir yol olan acele kamulaştırma yolunun, özellikle enerji yatırımları için sıradan bir uygulama haline gelmesine yol açan muğlak düzenlemeler yasal metinlerden çıkarılmalı.
  • Yargı kurumunun iklim krizi ile mücadele bakış açısına sahip olması sağlanmalı.


24 Saat gazetesinin PDF dosyasını indirmek için tıklayınız