Son yıllarda kendilerine yönelik artan şiddet, düşük ücret, gittikçe zorlaşan çalışma şartları ve gelecek kaygısı nedeniyle hekimler yurt dışında çalışmayı tercih ediyor. Son iki yılda 3 bini aşkın hekim yurt dışına göç etti. Tıp Bayramı’nda, gerçekleştirilen “G(ö)REV” eylemine, Türkiye genelinde yüzde 80’nin üzerinde katılımla hekimler, taleplerine dikkat çekti. TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Bulut ve Dr. Dalkılıç ile hekimlerin çalışma koşullarını, mevcut sıkıntılarını ve yurtdışına gidişlerinin arkasında yatan nedenleri konuştuk.
MELTEM SUAT / İSTANBUL
“İstanbul Tabip Odası’na hoş geldiniz. Hekimseniz ve şiddete maruz kaldıysanız lütfen 9’u tuşlayın”
İstanbul Tabip Odası’nı aradığımızda sizi, bu telesekreter mesajı karşılıyor. Bu iki cümleye sığdırılmış mesaj, aslında sağlık çalışanlarının yaşadığı sorunları özetlemeye yetiyor.
Covid-19 salgını başında, gösterdikleri çaba ve azimleriyle, “Pelerinsiz kahraman” ilan edilen, her fırsatta övgü dolu sözlerle takdir edilen hekimler, başta hasta yakınlarından gördükleri şiddet olmak üzere gelecek kaygısı, mobbing ve zor ve yorucu çalışma şartları gibi sorunlar nedeniyle Türkiye’yi terk edip yurtdışına gidiyor.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası’nın (Sağlık- Sen) hazırladığı 2021 Sağlıkta Şiddet Raporu’na göre, 2021 yılında 364 sağlık çalışanına saldırı gerçekleşti, 316 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. Temmuz-Aralık 2020 dönemini kapsayan “Sağlıkta Şiddet” raporuna kıyasla sağlık çalışanlarına yönelik saldırılar yüzde 62 arttı.
Rapora göre, meydana gelen 190 saldırının 143’üne hasta ve hasta yakınları neden oldu. 190 saldırının 162’si hem sözlü hem fiziksel, 22’si sözlü, 5’i mobbing ve 1’i taciz olarak kayıtlara geçti. Şiddet olaylarının 146’sı hastanede, 13’ü aile sağlığı merkezlerinde ve 31’i ise saha çalışmalarında meydana geldi. Yaşanan olaylarda, 92 hekim, 59 hemşire, 50 güvenlik görevlisi, 46 acil servis hattı çalışanı, 59 diğer sağlık çalışanı mağdur oldu. 124 saldırgan hakkında herhangi bir işlem yapılmazken 135 saldırgan gözaltına alınıp serbest bırakıldı. Sadece 41 saldırgan tutuklandı ve 3 saldırgana para cezası verildi.
2 yılda 3 bin hekim, yurtdışına gitti
Hekimler, çalışırken sadece şiddetle değil zorlu çalışma şartları ve mobbing gibi sorunlarla boğuşuyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki sağlık çalışanı, Tıp Bayramı’nda iki gün süreyle (14-15 Mart 2022), “Emeğinizin karşılığını alamadığımız, tüketen çalışma koşullarına, sağlık alanında yaşanan şiddete tek bir gün bile tahammülümüz kalmadı” diyerek bütün sağlık kurumlarında “G(ö)REV” adını verdiği iş bırakma eylemini gerçekleştirip taleplerini duyurmaya çalıştı. Türkiye’de son 10 yıl içerisinde, Türk Tabipler Birliği’nden (TTB) yurtdışına gitmek için iyi hal belgesi alan hekim sayısı, son 10 yılda 24 kat arttı. Resmi rakamlara göre, son iki yılda yurt dışına göç eden hekim sayısı, 3 bini geçti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 8 Mart’ta yaptığı bir konuşmada, ülke gündemini meşgul eden hekim göçü hakkında, “Açık konuşuyorum, açık konuşmayı severim. Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni, bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, buralarda onlarla devam ederiz. Gerekirse yurt dışından ülkemize dönmek isteyenleri süratle davet ederiz. Buralar boş kalmaz merak etmeyin. Doktorluk gibi bir aziz mesleği oraya onu dayamak herhalde pek de insani değildir” açıklamasında bulundu.
Bu açıklamanın ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yurtdışına giden hekimler ve TTB’yi hedef alarak, “TTB’ye bakarsak Türkiye, sağlık sisteminde çoktan iflas bayrağını çekmiştir. Bu ülkeden gitmesi gereken birileri varsa, TTB’nin yönetimine çöreklenmişlerdir. Gidişleri olsun da, dönüşleri olmasın. Bunların dışında yine gidenler olursa keyifleri bilir” ifadelerini kullandı.
TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut
Prof. Dr. Bulut: TTB, koruyucu sağlık ve halk sağlığını önceleyen politikaları savunur
TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, hem iki gün süren eylemi hem de doktorların taleplerine dönük sorularımızı şöyle yanıtladı:
-Geçtiğimiz günlerde düzenlenen ve iki gün süren görevdeyiz eyleminin süreci nasıl ilerledi ve toplamda kaç hekim iş bıraktı?
-İllerde değişen oranlarda, G(ö)rev katılımı oldu. Yoğun bakımlar, acil servisler, diyaliz servisleri, onkoloji klinikleri ve acil gebe müdahalelerinde aksama yaratılmadı. Bunun dışında Türkiye genelinde, yüzde 80 üzerinde katılım oldu.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan yurtdışına giden hekimler için “giderse gitsinler” dedi, ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Asıl gitmesi gereken TTB’dir” diyerek Tabipler Birliği’ni “bölücülükle” suçladı. Siz, bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Anayasanın 135. Maddesi ve yasaları iyi anlamadıkları veya anlamak istemedikleri gözleniyor. TTB, 6023 sayılı yasası gereğince sağlık hizmetlerinin kamuoyu yararına gerçekleştirilmesi, koruyucu sağlık, halk sağlığını önceleyen politikaları savunur ve bu yönde açıklamalar yapar. Tarımdan, nükleer santrallere, savaş politikalarından salgın mücadelesi ve şehir hastanelerine kadar her alanda toplum yararına sağlığın yapılandırılmasıyla ilgili çalışmalar ve raporlar oluşturuyoruz. Bu rapor ve çalışmalarımızı, kamuoyu ve basınla paylaşıyoruz. Yukarıda sözü edilen her alan, milyarlarca lira rant alanı. Hükümet, bu rant ilişkilerinin teşhir edilmesini istemiyor. Kamuoyunu bilgiden uzak, karanlıkta tutarak, bir avuç iş adamıyla servet transferi peşindeler. Bu milyarlarca lira haksız kazanç, halkın sırtından elde ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bile artık istatistikleri yayınlamıyor ve Türkiye sağır ve dilsiz hale getirilmeye, tebalaştırılmaya çalışılıyor. Bir tarafta bir avuç zengin diğer tarafta her gün giderek yoksullaştırılan kitleler var. Asıl bölücülük, bir avuç sermaye sahibini zengin kılarak, halkı yoksullaştırmaktır. Ülke içerisinde bu kaosun bölünmelere, krizlere ve kaosa yol açacağı ortadayken, bu ortamı oluşturan politikaların sahiplerinin hakikati söyleyenlere saldırmaları, hakikati bükmeye çalışmaları tam bir ikircikli tutumdur.
Türkiye hiçbir dönemde, böylesine karanlık ve baskıcı bir dönem görmedi
-Son dönemde hızla artan doktor göçünün ardında ne gibi faktörler yatıyor?
- Hekimlerin göçlerinde en temel unsurun bu ülkede yanlış sağlık politikalarının getirdiği kötü çalışma koşulları ve tükenmişlik olduğunu söyleyebilirim. 5 dk. Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) randevularıyla sağlık hizmeti verilemez. Bu iletişimsizlik ortamı ve diğer etkenler, sağlıkta şiddetin oranını artırıyor. Bir diğer etken, ücretlerin düşüklüğü ve 2003 yılına göre, satın alma gücünün yüzde 30’a gerilemesidir.
Yine özel sağlıktaki rant alanı, hekimleri ve sağlık çalışanlarını ucuz emek gücü olarak kullanmak ve sömürmek istiyor. Cumhurbaşkanının bu konudaki söylemleri de özel sektör ve sermaye kayırmacılığı nedeniyledir. Bir diğer neden, kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) bir günde işlerinden edilme endişesidir. Maalesef, 657 ve 2547 sayılı yasaların oluşturduğu iş güvencesi, yok edilmiştir. Fişlemeler ve iftiralarla insanlar işlerinden edildi.
Yeni mezun doktorların tayin başvuruları Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan bir komisyon tarafından engellenir oldu. Normalde sadece adli birimlerden sabıka kaydı arşiv taraması için yeterliyken, arşiv taraması adı altında fişlemeler, anne-babaların siyasi görüşleri gibi pek çok nedenle partizanlık yapılmakta ve gençler göreve başlatılmamaktadır.
Türkiye hiçbir dönemde, buna 12 Eylül askeri diktatörlüğü dahil, böylesine karanlık ve baskıcı bir dönem görmedi. Bunlar hekimleri geleceğe endişeyle bakar hale getirdi. Kendilerine daha iyi bir gelecek ve refah düzeylerini yükseltmek için göçü tercih eder oldu. Türkiye’de selefi radikal örgütlenmelerin artışı gözle görünür haldedir. Şeriat, saltanat, hilafet özlemi içerisinde olanlar Türkiye’yi karanlığa sürüklüyor. Bütün bunlar, hekimlerin yurt dışına göç etmesini doğurmaktadır.
Sağlığı, alınır satılır meta haline getiren politikalar, sosyal hukuk devleti ilkelerine aykırı
-Hekimler sağlık sisteminde nelerden şikâyetçi?
-MHRS randevuları ve sağlık hizmetlerinde yeterince basamaklandırma ve sevk zinciri oluşmaması iş yükünü artırmakta ve sağlıkta şiddeti de beraberinde getirmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı, tam bir fiyasko ve iflas etti. Sağlığı, alınır satılır meta haline getiren hükümet politikaları, sosyal hukuk devleti ilkelerine aykırıdır. Anayasa açıkça yok sayılmakta ve bir avuç sermaye sahibi halkın cebinden parasını almaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) politikaları, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ücretlendirmeleri yetersizdir. Kamu ve üniversite hastaneleri, iflasa sürükleniyor ve bu bilinçli bir yanlış politikanın sonucudur. Hekimler tükenmişlik içerisindeler ve malpraktis davalarında yoğun bir istismar söz konusu. Bu alan bile, bir rant alanı haline getirildi Hatta bu alanda sektörel şirketler kuruldu. Bütün bu olanlar önemli yolsuzlukların, hortumlamaların ortamını oluşturdu. Sağlık harcamalarımız büyük bir cari açık içerisinde bu kötü sağlık politikaları nedeniyle. Bu halk sağlığını olumsuz etkileyecek ve varsıl bireyler daha iyi sağlık hizmeti alabilirken yoksul kitlelerin sağlığa ulaşmasını zorlaştıracaktır. Ancak gözleri servetten başka bir şey görmeyenler, vicdanları yerine cüzdanlarını koyanlar halkın sağlığını, iyi ve dengeli beslenmesini, ısınmasını, barınmasını ihmal ettiler. Koruyucu sağlık hizmetleri öncelenerek ve aile hekimlerinin koşulları düzeltilerek yurttaşlarımızın daha sağlıklı olması için çaba sarf edilmiş olsaydı, bugün sağlığın mali yapılanmasında cari açık olmadan sağlığın sürdürülebilirliği sağlanabilirdi. Hekimler bu konularda duyarlı ve halkın sağlığını tehlikeye atan tüm uygulamalara karşı tepki gösteriyor.
Sağlıkta şiddette, liderlerin söylemleri önemli
Sağlık Bakanlığı, 500 günü aşkın bir süredir TTB’nin randevu talebini karşılamamıştır. Sağlık alanında meslek örgütleri ve sendikalarla masaya oturmak yerine, bir avuç zenginle onların çıkarları için sağlık politikalarını oluşturuyorlar. Bir zamanlar bir sağlık bakanlığı müfettişi, “Bakanlığa 40 özel şirket hâkim” demişti. Halkın sırtından para kazananlar, maalesef sağlık politikalarını oluşturuyor. Şehir hastaneleri tam bir soygun alanı. Gizli ticari sır kapsamına sokulan sözleşmelerle, 5 iş adamına rant aktarılıyor. Hatta uluslararası tahkim mahkemeleri, uzlaşmazlık durumunda yetkili kılındı. Uluslararası finans şebekeleri krediler sağladılar ve en büyük karlılık projesi olarak uluslararası ödül aldılar. Yani Türkiye’den daha fazla bu finans şebekelerine kâr sağlayan başka bir proje yok. Bu tam bir ihanettir. Yurttaşlarımıza ve sağlık haklarına bir ihanettir. Bakanlık yetkilileri sosyal medya üzerinden kınamalarla yetiniyorlar genellikle. Gelişen fiziki şiddetlerde, TTB olarak bizler hukuki destek ve dayanışmamızı alanda ve şiddete maruz kalan meslektaşımızın yanında sağlıyoruz. Sağlıkta şiddette, liderlerin söylemleri önemli. Mesleğimizi ve meslektaşlarımızı üzen söylemler oldu. Bu, kamuoyunda sağlıkta şiddeti artıran bir olay. Popülist bir yaklaşımla siyasette oy avcılığı için bu söylemleri verenlerin kendileri kamuoyu nezdinde itibar kaybediyorlar artık. Çünkü iletişim çağında ne kadar basına hâkim olursanız olun, ne kadar baskıcı olursanız olun, doğru haberin yurttaşlara ulaşmasını engel olamazsınız. Bunun yerine bot hesaplar ve trollerle, otomatik algoritmalarla SMS üzerinde bir algı yaratmaya çalışılıyor. Bunun kimler tarafından gerçekleştirildiği aslında açık. Kamu kaynaklarını kullanarak, linç kampanyaları yapmak, sahte TT’ler oluşturmak, kişilik haklarını ihlal etmek, yazılı ve görsel basın yoluyla iftiralar ve tehditler savurmak peşinde olanlar kaybedeceklerdir.
Sağlık Bakanlığı, TBMM’ye yeni bir tasarı getirmiştir. 16 Mart’ta komisyonlarda görüşülen yasa tasarısında “Sağlıkta şiddet”, katalog suçlar arasına sokulacak. Böylece tutuklama süresi olacak. Bu, tutuklama tehdidin devamını engelleyeceği gibi caydırıcı da olacaktır. Ancak yasada eksikler var ve TTB olarak bu konuda görüşlerimizi kamuoyuyla paylaştık. Sağlık Bakanlığı uzun bir süredir görevi olmasına rağmen TTB’nin “Sağlıkta şiddet” konusunda beyaz kod verilerini istemesine rağmen sağlamıyor. Kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olarak istediğimiz bu istatistikleri vermeye mecburlar. Ancak yasa tanımazlık, ben yaptım oldu anlayışı burada da hâkim. Verilerin üzerini örterek gerçekleri gizleyebileceklerini düşünüyorlar.
Tıp fakültesi öğrencilerinin yüzde 84’ü, yurtdışına yerleşmek istiyor
Milliyetçi Hekimler Derneği’nin hekimler ve tıp fakültesi öğrencileri arasında yaptığı ankete göre, hekimlerin yüzde 50’si, Türkiye’de çalışmaktan memnun değil. Doktorların yüzde 72’si yurtdışına gitmeyi düşünüyor, yüzde 49’u yurtdışına gitmek için bir girişimde bulunmuş. Yurtdışına gitmek isteyen doktorların yüzde 43’ü uzman hekimlerden oluşuyor. Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin yüzde 84’ü mezun olduktan sonra yurtdışına yerleşmek istiyor. Öğrencilerin yüzde 81’inin gelecekten umudu yok. Araştırmaya göre, hekimler yurtdışına sadece şiddet olayları yüzünden değil gelecek kaygısı, mobbing ve çalışma şartları yüzünden gitmek istediklerini belirtiyor. Yurtdışına gitmek isteyen hekimler daha çok Almanya İngiltere ve İsveç’e gitmek istediklerini söylüyor. Doktorlar için açılan Almanca ve İsveççe kurslarında yaz başına kadar kayıt yaptırmak imkânsız.
Dr. Kutlu Kağan Dalkılıç
Dr. Dalkılıç: Evrensel standartlarda mesleği icra edecek bir sosyal ve siyasal zemin kalmadı
Dr. Kutlu Kağan Dalkılıç ise, hekimlerin sorunlarını, yurt dışına göçünü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarını şöyle değerlendirdi.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan yurtdışına giden hekimler için “giderse gitsinler” dedi, ardından MHP Başkanı Bahçeli, “Asıl gitmesi gereken TTB’dir” diyerek Tabipler Birliği’ni bölücülükle suçladı. Siz, bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Türkiye’de hekimler uzunca zamandır iktidar tarafından büyük bir kuşatma altında, nice zorluklarla mesleklerini icra etmeye çalışıyorlar. Erdoğan’ın açıklamalarını bu açıdan kendi siyaseti için tutarlı ancak ben genel tabloda hekimlerin gözüyle talihsizlik olarak görmek istiyorum.
Seçkin meslek grupları ve yetişmiş insan gücü; planlı bir şekilde itibarsızlaştırıldı
İktidar, 20 yıllık planlı bir stratejiyle, modern cumhuriyetin taşıyıcı kolonları mahiyetindeki başta harbiye, mülkiye ve tıbbiye olmak üzere seçkin meslek gruplarını hedef alarak, onları kendi keyfi yönetimine baş eğdirmeye çalışıyor. Bu stratejiye mukabil, yetişmiş meslek mensupları ile milleti karşı karşıya getirerek bir siyasi popülizm üretiyor. Buradan oy devşirmeye çalışıyor.
Gelinen süreçte, milletimizin ve devletimizin uluslararası alanda yüz akı olan seçkin meslek grupları ve yetişmiş insan gücü; başta askeriyemiz, bürokrasimiz ve hekimlerimiz olmak üzere planlı bir şekilde iktidarın politikalarıyla itibarsızlaştırıldı.
Bugünlerde de hekimlerimiz, uzun zamandır biriken mesleki itibarsızlaştırma, engellenemeyen hasta şiddeti, yoğun çalışma şartları ve maddi gelir kaybı gibi sorunlarına devletin tepesinden duyarlılık beklerken; ne yazık ki Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedef tahtasına oturtuldu ve onlara adeta kapı gösterildi. Hekimlerin devlete manevi bir borcu olduğundan bahseden Erdoğan, adeta onları vefasızlıkla suçladı.
Hekimlerimiz devlete vefa borcunu, aslına bakarsanız Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana defalarca ödedi. Yaklaşık bir asır evvel, 190 tıbbiyelinin emperyalist işgale karşı başlattığı milli mücadele isyanı, dalga dalga yurt sathına yayıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında başta Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane olmak üzere birçok tıp fakültesi, bu vatan ve devlet uğruna nice şehitler verdi ancak bir türlü mezun veremedi.
Son yaşanan küresel salgında da hekimlerimiz, canla başla çalışarak milleti ve devleti için canlarını ortaya koyarak dünyanın en başarılı sağlık mücadelelerinden birini verdi.
Hekimlerimiz, milleti ve devletinin varlığı için her daim hazır. Ancak hiç kimse Erdoğan’ın kayırmacı kaynak dağıtımıyla millete yaşattığı yoksulluğa, hayal mahsulü ekonomi modelleriyle devleti düşürdüğü batağa ve isteyerek yok ettiği demokrasi ve hukuktan yoksun otoriter bir rejime vefa göstermek zorunda değil.
Erdoğan, yetişmiş insanımıza devletin tepesinden bir maliyet gözüyle bakabilir ancak bu aziz devlet, hiçbir zaman yetiştirdiği insana, maliyet gözüyle bakmadı; Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği gibi onlara geleceğin mimarı ve ehil emanetçileri olarak baktı.
Hekimlerin kaybettiği bir sistemde herkes, kaybetmeye mahkûm
Hekimlerimizin yaşadığı sıkıntılar aslında çok açık biçimde ortada duruyor. Bu ülke ve siyaset şartlarında özel sektöre geçmeleri de yurt dışına gitmeleri de gayet anlaşılabilir durumda. Gidilmemesi için çalışma zeminini düzeltmek zorundayız. Bu planlı itibarsızlaştırma durmak mecburiyetinde, yaşanan maddi gelir kaybı telafi edilmek zorunda. Hekime şiddetin artık durması elzemdir. Hatta caydırıcılık adına, hekimlere şiddet uygulayan kişilerin acil dışı sağlık uygulamalarından belirli süre men edilmesi ve indirimsiz hapis cezasıyla muamele görmesi şart.
Hekimleri bu memleketin yabancı elitleri ve millete parmak sallayan monşerleri olarak göstermek, iktidarın siyasi hesapları için kullanışlı olabilir ancak unutulmasın ki hekimler de bu milletin öz evladı. Herkes farklı siyasi ve iktisadi tabakalardan mülakatsız biçimde geliyor. Hekimlerin kaybettiği bir sistemde herkes, kaybetmeye mahkûm. Hekimler kaybettikçe millet kaybedecek, millet kaybettikçe iktidar kaybedecek.
Popülizm işte böyle bir çıkmaz sokak; önce yetişmiş insanı bitirir sonra sıra yetişmiş insanı olmayan milletin ve devletin zarar görmesine gelir ve nihayet popülizmi kuran siyaseti bitirir.
Devlet Bahçeli’nin TTB yönetimiyle ilgili “Gidişi olsun dönüşü olmasın” açıklamaları da aslına bakarsanız üzüntü verici, ancak muhalefette olan herkesi, “hainlik” çemberine hapsederek konforlu biçimde siyaset yapmaya alışmış bir lider için şaşırtıcı değil.
TTB uzun süredir siyasetin ağır baskısına rağmen meslek etiğini icra etmek ve hekimlerin haklarını savunmak adına direniyor, sadece hekimlerin değil halkın da süreçte mağdur olmasını engellemeye çalışıyor, iktidarın popülist ve performatif sağlıkta dönüşüm politikalarına tepki koyuyor ve eylemler yapıyor. Bu durum, siyasetin sahiplerinin hoşuna gitmiyor. TTB, siyasetin istediği gibi devşirilemeyince de hain ilan ediliyor. Süreç aslında bu anlamda tanıdık biçimde işliyor. Yönetemedikleri veya kontrol altına alamadıkları ne varsa onu kriminalize ederek ülkeyi bir hainler cehennemine çevirebiliyorlar.
TTB, merkez yönetiminin de eleştirilecek tarafları var elbette, en başta ülkenin en büyük meslek örgütünü radikal sosyalist siyasete angaje ederek yapıyı ideolojikleştiriyorlar. Bu durum örgüte de meslektaşlarına da aslında zarar veriyor ve en önemlisi mesleki bir ihtiyaç değil. Hepsinden öte yine de bu durum, onları hukuktan azade biçimde “hainlikle” yaftalamayı ve ülkeden kovma cüretini hak etmiyor.
-Son dönemde yurtdışına göç eden doktorların sayısı artarken tıp fakültelerinde okuyanların yabancı diller öğrenmeye çalıştığını görüyoruz. Hızla artan hekim göçünün ardında ne gibi faktörler yatıyor? Bir hekim olarak bu göçü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evrensel şartlarda hekimliği icra edecek bir zemin istiyoruz ve bu lüks bir talep değil
-Hekimler, özellikle son dönemde siyasetin, mesleğin doğasını tahrip eden taraflarının katlanılamaz eşiğe gelmesiyle birlikte artık ufacık da olsa yaşattıkları ümidi kaybetti. Bu umutsuzluk elbette mesleğin kendine özgü zorlu şartlarının hiçbir şekilde iyileştirilemeyeceğine dair hekimlerce yerleşmiş bir kanaati gösteriyor. Benim gözlemlediğimse bununla sınırlı değil. Hekimler aslında sadece sağlık alanında değil genel olarak memleketten umudunu kesti. Bu durum bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olabilir.
Hekimler, Almanca İsveççe İngilizce gibi diller öğrenerek, Avrupa’nın istediği denklikleri vermeye çalışıyor böylece artık evrensel mesleklerini, evrensel insani şartlarda icra etmek istiyorlar. Bu ülkede evrensel standartlarda mesleği icra edecek bir sosyal ve siyasal zemin kalmadı. Bu durum yalnızca siyasetin hekimlere ülkeyi karartmasından kaynaklanmıyor, halk da gerek şiddet gerekse psikolojik baskıyla hekimlere hayatı cehennem etmeye kararlı görünüyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana, Anadolu’nun yoksul ve ezilmiş psikolojisinin üzerine eklenen hekim kibri; uzun yıllar hekimlerce azarlanmış ve insan yerine konulmamışlık hissiyle birleşince aslında halkta bir travma yarattı. Bu travma, bugüne devredilerek geliyor. Oysa ülke sosyolojisi de oldukça değişti. Ne halk eskisi gibi yoksul ve ezilmiş ne de artık hekimler tahammülsüz ve kibirli. Bu travmayı bugüne taşımanın anlamsızlaştığını düşünüyorum. Özetle, artık bu nefreti hak etmediğimizi düşünüyorum. Hekimlerin beş temel sıkıntısı var. Bunlar mesleki itibar kaybı, maddi gelir kaybı, hasta şiddeti ve güvenlik problemi, yoğun çalışma şartları ve evrensel insani ve mesleki şartlara sahip olamamaktan kaynaklanıyor. İtibarımızı geri istiyor, maddi gelirimizin genç nesilleri hekim olmaya özendirecek şekilde iyileştirilmesini talep ediyoruz. Maddi geçim kaygısı çekerek iyi hekim olunmuyor. Mesleği en azından sağlıklı biçimde icra edebilmek için asgari maddi rahatlığın olması gerekiyor. Hekimler, insani şartlarda mesleklerini icra etmek istiyor. Çalışma saatleri çok yoğun ve 36 saat nöbet tutmak dünyanın hiçbir yerinde görülmüş şey değil. Bu durum hekimleri insanlıktan çıkarıyor, mesleki hatalara sebep oluyor ve hastalara da zarar veriyor. Şiddet boyutu artık zaten kontrol edilemez noktalara geldi. Halk, hekimlere saldırmayı günlük motivasyon haline getirdi. Bunun durdurulması lazım zira hekim hayatı tehdit altındayken hasta hayatı da tehdit altında kalır. Evrensel şartlarda hekimliği icra edecek bir zemin istiyoruz ve bu lüks bir talep değil.
24 Saat gazetesinin PDF dosyasını indirmek için tıklayınız