Fotoğrafın doğuşu

18.10.2022

YILMAZ ÇAMDALI

M.Ö. 470'li yıllarda Çinli filozof Mozi tarafından Kamera Obscura da denilen, karanlık bir odaya ufak bir delik açılarak dışarıdaki görüntünün içeriye ters bir şekilde yansıtılması ile başlayan fotoğrafın doğuşu daha sonra ilk kameraların projeksiyon odalarında yer almasıyla başlayan fotoğrafçı serüveni 1502 yılında Leonardo da Vinci’nin kaleme aldığı Codex Atlanticus kitabında 270’den fazla kamera obscura çizimi ile devam etti. 

270’den fazla kamera obscura çizimi bulunan kitaptaki bilgilerde bugün siz de bir odanın dışarıyı içeriye ters bir şekilde yansıtılması ile ve odanın camları ışık geçirmeyen bir yüzey ile kaplaması (Karton koliler, kalın kraft kağıtları, kalın perdeler gibi). Karşı duvarın uzaklığıyla birlikte 1-20mm aralığında bir delik açıldığında. Pencerenizin karşısından yansıyan ışık manzaranın hepsini ters bir şekilde kapladığınız pencerenin karşısındaki duvara yansıtmış olduğu görülür. “ 

Fotoğrafın varoluşu ile birlikte 1800’lü yıllarda ışığa duyarlı kimyasallar üzerinde yapılan çalışmalarıyla tanınan Thomas Wedgwood çömlek tasarımcısı olarak adım attığı fotoğraf dünyasında önemli bir kariyere ulaştı. Uzun araştırma ve denemeler sonucunda kamera obscuradan yansıyan ışığın, yüzde bir kimyasal reaksiyon sonucu iz bırakmasını başaran. Wedgwood ışığa duyarlı bir yüzey oluşturan ilk insan olarak çok büyük bir adım atarak bu konuda kendisinden sonra yüzlerce kimyager ve fotoğraf meraklısının odaklanmasına öncülük etti.

Wedgwood’un geliştirdiği kimyasal reaksiyon sayesinde fotoğraf oluşturulabiliyor olsa da bir sorun vardı. Belirli bir süre geçtikten sonra fotoğraf kayboluyordu! Evet, tarihi geçen bir karışım olduğu çok sonra fark edilse de, daha sonra yeni çözüm 1820’de fransız bilimci Nicéphore Niépce’den geldi.

View from the Window at Le Gras (Le Gras’ın Penceresinden Manzara) adlı fotoğrafı günümüze kadar korunabilen en eski fotoğraftır. Niépce’in geliştirdiği bu teknik 8 saat ile birkaç gün aralığında değişen pozlama süreleri gerektiriyordu. İlk fotoğraflarda bu yüzden hiç insan gözükmüyordu.

1840’larda İngiliz bilim insanı Henry Fox Tablot  tuzlu kağıt ve gümüş iyodür ile yaptığı denemeler sonucu günümüzde hala kullanımda olan ışığa duyarlı filmlerin temelini oluşturan formülü geliştirdi. Bu sayede saniyeler içerisinde pozlamalar rahatlıkla yapılabiliyordu.

ALAMİNÜT FOTOĞRAFÇILAR

Stüdyolar çoğaladursun, daha ‘halk işi’ bir fotoğrafçılık mesleği sokaklarda çoktan yerini almıştı. Hizmeti bizzat ayağınıza kadar getirmek, alaminüt fotoğrafçıların en üstün tarafıydı. Onlara halk arasında şipşakçı, dakikalıkçı da denirdi. Malik Aksel, alaminüt fotoğrafçıların Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve artan vesikalık fotoğraf ihtiyacını gidermek amacıyla ortaya çıktığını söyler; ama alaminüt fotoğrafçılar bununla kalmamış, hazırladıkları dekorlar önünde hatıra fotoğrafları da çekmeye başlamışlardı:
“Bu sokak fotoğrafçılarının kendine mahsus dekorları vardır. Bunlar büyük boyda siyah zemin üstüne işlenmiş hayalî resimlerdir. Çoğunlukla üzerinde sütunlar, saksılar, çiçekler, çardaklar, fıskiyeli havuzlar, kuşlar, menâzırı bozuk köşkler, ayyıldızlar, bayraklar bulunurdu. ‘Fon’ bezleri üzerinde ‘Askerlik Hâtırası’ yazısı okunursa, kaleler toplar görünürdü… Fotoğraflarını çektiren askerlerin ellerinde tüfekler, omuzlarında fişeklikler vardır. Bunlar da, köye askerlik hâtırası olarak gönderilen resimlerdir.”

1965’li yıllardan itibaren Türkiye’de de yaygınlaşan sokak fotoğrafçılığı ile “Ankara İstanbul  ve İzmir Hatırası” yazılı fonların ve tarihi kültürel mekanların önünde fotoğraf çektirenlerin sayısı oldukça fazla idi. Bunların arasında en çok İstanbul’un masallaştırılmış Köprü, Kızkulesi, camiler, köşkler, saraylar görüntüleri yer alırdı: Alaminüt fotoğrafçılık üzerine yazılar yazan ve sergiler açan Yusuf Murat Şen de bu fon perdelerini dört başlık altında inceler ve siyah kumaş üzerine nakışla halı kilim fonları gibi işlerdi.

O dönemlerde fotoğrafçı siyah kolluklarını giyip, kutunun iki yanından ellerini sokarak karanlıkta fotoğraf kâğıdını yerine yerleştirir. Sonra arka camdan beliren görüntüyü kontrol etmek için siyah, büyük bir örtü ile bakar. Sağ eli ile objektifin önündeki kapağı kaldırır, sol eli ile havada işaretler yaparak oraya bakılmasını sağlardı. Kendi pratiğine göre belirlediği bir zaman dilimi içinde kapağa birkaç daire çizdirir ve tekrar objektifin üzerine takardı.
Önce görüntü kâğıdın üzerine arap [negatif] olarak çıkar: Makinenin üzerine konan bir ön aygıtla tekrar çekilerek pozitife dönüştürülürdü. Kutunun içindeki yıkama işleminden sonra havlu ile kurulanır. Her kenar bir makas darbesi ile düzeltilip biraz daha kuruması beklenerek müşteriye hafif nemli olarak verilirdi. 

FOTOĞRAFÇILIĞIN ÖNCÜLERİ

1. Abdullah Biraderler

Abdullah Biraderler veya Abdullah Frères, Türkiye’de fotoğrafçılık sanatının kurucuları olarak tanınan Ermeni asıllı Viçen (1820 – 1902), Hovsep (1830 – 1908), Kevork (1839 – 1918) Abdullahyan kardeşlerin ticari adıdır. Sedef ve fildişi üzerine yaptığı minyatürlerle tanına Viçen, Beyazıd’da 1856’da bir fotoğraf stüdyosu açan Alman kimyager Rabach’ın yanında rötuşçu olarak çalışır. 1858’de stüdyoyu devralır. Kevork ve Viçen, fotoğrafçılığın merkezi Paris’e gider, yeni teknikler öğrenirler. Abdullah Frères adındaki stüdyolarının ünü artınca 1860’ların başında Pera’ya taşınırlar.

Sadrazam Fuad Paşa’nın önerisiyle 1863 yılında Sultan Abdülaziz’in portresini çekerler. Sultan da “Yüzüm ve asıl görüntüm, Abdullah Biraderler’in çektiği fotoğraflardaki gibidir. Emrediyorum, bundan böyle yalnızca onların çektiği fotoğraflarım resmi fotoğraf olarak tanınsın ve böyle kabul edilerek her tarafa dağıtılsın” emrini verir. Sultan tarafından “Ressam-ı Hazret-i Şehriyari” (Şehrin Büyük Ressamları) ünvanı verilir.

27 Şubat 1863’te Sultanahmed’de açılan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk ulusal sergisinde, Sultan Abdülaziz, halkının tanıtımını Abdullah Biraderler’in fotoğraflarıyla yapar. Yurtdışındaki ilk büyük başarıları ise 1867 yılında Paris Uluslararası Sergisi’nde olur. Sultan Abdülaziz’in 1876 yılında tahttan indirilmesi işlerini zorlaştırır. 1877-1878 tarihli Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Yeşilköy’e kadar gelen Rus Ordusu ile olan yakın ilişkileri, Sultan II. Abdülhamid tarafından hoş karşılanmaz ve saray fotoğrafçılığı unvanı ellerinden alınır. 1886’da Kahire’de bir şube açınca, İstanbul stüdyosundaki işleri bozulur. 1900 tarihinde ise borçlarını ödeyebilmek için stüdyolarını bütün aletleriyle birlikte Sebah & Joaillier’e satmak zorunda kalırlar.

2. Gülmez Biraderler

Yervant, Kirkor ve Artin isimlerindeki üç kardeş Beyoğlu’nda Gülmez Kardeşler adı altında, 1870 yılında Pera’da bir stüdyo açarlar. İstanbul panoraması ve İstanbul çevresindeki sokak manzaraları alanında uzmanlaşırlar. 1887 Floransa, 1893 Chicago sergilerinden şeref madalyaları bulunur. İstanbul’da bulunan camiler ile bazı tanınmış yerlerin fotoğraflarını çekerek Chicago fuarında sergileyen ve birer nüshalarını padişaha sunan Gülmez Biraderler’in buradaki başarıları Sultan II. Abdülhamid’in ilgisi çeker; Sultan’ın Fotoğrafçısı unvanını kullanmalarına izin verir, tuğra ile ödüllendirir.⁣ 1900’lü yılların başında Gülmez Kardeşler stüdyolarını Aşil Samancı’ya devrederek faaliyetlerine son verirler.

3. Aşil Samancı

İstanbul’da doğan Aşil Samancı, ressam ve dekoratör Jacob Samancı Efendi’nin oğludur. Babasının yanında çalışırken, Abdullah Biraderler’den de fotoğrafçılığı öğrenir. Abdullah Biraderler’in aracılığı ile saraya girmeyi başararak, şehzadelere fotoğrafçılık dersi verir. Fotoğrafa meraklı olan Sadrazam Cevad Paşa’nın yardımcısı olur. Gülmez Kardeşler’in stüdyolarını alıp, Apollon Fotoğrafhanesi olarak ismini değiştirir.

Sultan II. Abdülhamid’in, Zübeyde Hanım’ın portrelerini, Anadolu’nun belli başlı arkeolojik sitlerinin fotoğraflarını çeker. İstanbul’un eski eserlerinin fotografik bir koleksiyonunu hazırlar. Sultan V. Mehmed Reşad’ın Hereke, Bursa, Rumeli seyahatlerine katılır ve bu yolculuğun fotoğraflarını çeker. Alman İmparatoru II. Kaiser Wilhelm’i, Osmanlı Mareşali kıyafetinde gösteren fotoğrafı, ününün artmasına yardımcı olur. 1925’e kadar çalışmalarını sürdüren Aşil Samancı, Apollon adlı stüdyosunu kapattıktan sonra, Atina’ya yerleşir. Hem kendi arşivlerini hem de haklarını satın aldığı Gülmez Kardeşler’in arşivlerini yanında götürür.

4. Ali Enis Oza

1900’lü yıllarda en dikkat çeken fotoğrafçılarından biriydi Ali Enis Oza. Hakkında ne yazık ki çok fazla bilgimiz yok. Cumhuriyet öncesi ve erken Cumhuriyet dönemine ait çok sayıda İstanbul fotoğrafı bulunmakta. Oza, doğal güzellikleri, mimari zenginlikleri fotoğraflamaktan hoşlanırdı. Doğal ve tarihi güzelliklere, Osmanlı mimarisine, hat sanatı ile süsleme ve el sanatlarına ilgi duyan Oza, Paris’te fotoğraf eğitimi de alır.

5. Ali Ersan (1906 – 1979)

Vakit Gazetesi’nin tek foto muhabiriyken, Sedat Simavi 1948 yılında Hürriyet’i çıkarınca, Ali Ersan’ı da kadroya alır ve aynı yıl Londra Olimpiyatları’na gönderir. Çektiği fotoğraflar baş sayfada ve imzasıyla yayınlanır. Çektiği fotoğraflar, uçak postası aracılığıyla Türkiye’ye ulaştırılır. Güreş Milli takımı 7 siklette Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu olunca, Ali Ersan foto muhabirleri arasında en tanınan isim olur. Bunun yanında Hürriyet’in tirajının 51000 gibi o güne kadar görülmemiş bir seviyeye ulaşmasını sağlar.

1934 yılında foto muhabir Ali Ersan’ın öncülüğünde çıkarılan Fotoğraf Haberleri adlı dergi, gerek yoğun güncel fotoğrafları, gerekse açtığı amatör fotoğraf yarışması ile Türk fotoğrafçılarına önemli katkılar yapar.

6. Faik Şenol (1912 – 1981)

Faik Şenol, Atatürk’ün fotoğrafçısı Ethem Tem’in yardımıyla Vakit Gazetesi’ne girer. Orada Ali Ersan ile tanışır ve onun öğrencisi olarak fotoğrafçılığı öğrenir. Birçok gazetede çalışır. 1946 yılında Türkiye’deki ilk spor ansiklopedisini 4 arkadaşıyla birlikte çıkarır. Basın Foto Ajansı kurucuları arasında da yer alır.

Yaşadığı dönemin belli başlı foto muhabirleri arasında sayılan Faik Şenol’un fotoğrafları, siyaset tarihi açısından olduğu gibi insan ve şehir manzaraları bakımından da önemli bir kaynaktır. Bu fotoğraflar, İstanbul’un geçmişini ve değişimini yansıtması bakımından da paha biçilemez bir kıymet taşır. Paylaştığımız fotoğraflarında olduğu gibi bizleri İstanbul’un farklı semtlerinde, değişik zaman dilimlerinde ve mevsimlerinde gezdirir.

Basında fotoğrafın önemi 

Fotoğraf stüdyolarından sonra karanlık odaların gazetelerde de kurulması ile birlikte ajans ve gazetelerde foto muhabirliği gazeteciliğe renk getiren yeni bir meslek dalı haline geldi. Cumhuriyet dönemi fiks net fotoğraf makinaları battal, sulu akü battal flaş ve fotoğraf makinaların tahtına şimdi 21. Yüzyıl teknolojisi ile zumlu pratik fotoğraf makinaları oturdu. Yarım asırdan beri aşama kaydederek devam eden stüdyolar arasında afiş fotoğrafları çekimleri iddialı hale geldi. Siyasetçiler ve sanatçıların poster çekimi için adeta yarış başlatan fotoğraf stüdyoları en iyi fotoğrafı çekebilmek için büyük emek sarf ediyor. Artık günümüz teknolojisi ile sokak fotoğrafçılığı tarihe karışırken dijitali hayata girmesi ile birlikte foto filmi fotoğraf makinasına film takma işlemi de sona ermiş oldu. Öyle ki günlük hayatımızın bir parçası olan akıllı cep telefonları da kamera ve fotoğraf makinasını aratmıyor.