“Dezenformasyon” değil, “Sansür Yasası!” (Bölüm-1)

14.10.2022

KAPAK FOTOĞRAFI: DEPO PHOTOS

Basın meslek örgütlerinin “sansürü yasalaştırdığı” gerekçesiyle karşı çıktığı, sosyal medya ve internet haberciliğine dönük düzenlemeleri içeren “Dezenformasyon Yasası”, Meclis’ten geçti… Gazeteciliği daha zor bir dönem beklediğine dikkat çeken Medya Ombudsmanı Bildirici, Türkiye’de sorunu ağırlaştıran temel etmenlerden birisinin siyasi iktidarın bizzat kendisinin dezenformasyon üretmesi olduğunun altını çizdi. 
AÜ İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Bulut, “Abdülhamit’in istibdat dönemi ve düzenlemelerinin suretini taşıyor” vurgusu yaptığı yasanın, iktidarın kontrolü dışında kalan medya, dijital yayınlar ile sosyal medya paylaşımlarını engellemeye dönük olduğuna işaret etti.

ESRA TOKAT – ANKARA

AK Parti ve MHP tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak adlandırılan 40 maddelik “Dezenformasyon Yasası”, basın meslek örgütlerinin “sansürü yasalaştırdığı” gerekçesiyle eleştirmesine karşın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) görüşülmesinin ardından, kabul edildi. Gazeteciler ve gazetecilik örgütleri, yasanın basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe vuracağına dikkat çekiyor. Söz konusu yasayla, Türk Ceza Yasası’na (TCK) “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu eklenirken “endişe, korku veya panik yaratmaya” yönelik yayın yapanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörülüyor.

Sosyal medya ve internet haberciliğine dönük düzenlemeleri içeren yasa teklifine ilişkin hazırladığımız yazı dizisinde ilgilerle konuştuk. Yazı dizimizin ilk bölümünde, Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ve Ankara Üniversitesi (AÜ) İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Gökhan Bulut yasayı değerlendirdi.

Medya Ombudsmanı Bildirici, yasa ile güçlendirilecek Basın İlan Kurumu’nun (BİK), internet medyasına da ceza vereceği ve kontrol amiri haline geleceğine işaret ederken AÜ İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Bulut, “Abdülhamit’in istibdat dönemi ve düzenlemelerinin suretini taşıyor” vurgusu yaptığı yasanın, siyasi iktidarın kontrol altına alınamamış yerel medya, dijital medyalarda yapılan yayınlar ile bireysel sosyal medya paylaşımlarını engellemeye dönük ileri adımlardan biri olduğunu belirtti.

“Siyasi iktidarın bizzat kendisi dezenformasyon üretiyor”

Açıklamalarına, “Dezenformasyon olgusu Türkiye’de değil dünyanın her yerinde var” diyerek başlayan Bildirici, “Ancak Türkiye’de bu sorunları ağırlaştıran temel etmenlerden birisi, siyasi iktidarın bizzat kendisinin dezenformasyon üretmesi” dedi.

Bu yasa ile birlikte iktidarın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ve Basın İlan Kurumu’nu (BİK) güçlendirmeyi amaçladığını vurgulayan Bildirici, “BİK, internet medyasına da artık ceza verebilecek, kontrol amiri haline getirilecek. Gazeteciliği daha zor bir dönem bekliyor ama gazetecilik yine de yapılmaya çalışılacak çaresi yok. Gazetecilik tek parti döneminde de yapıldı, Demokrat Parti döneminde de yapıldı, askeri dönemlerde de yapıldı” diye konuştu.
Basın kartlarını gazetecilik örgütlerinin vermesi gerektiğini belirten Bildirici, “Bu yasa ile birlikte basın kartlarının iptali konusunda İletişim Başkanlığı’nın yetkisi son derece artırılmış olacak. Kısacası mevcut durumdan daha geriye gidecek” uyarısında bulundu.

Dr. Bulut: Abdülhamit gibi Erdoğan da kanun ve kurumlarla aynı çizgiyi takip etti

Yasa konusunda, “Abdülhamit’in istibdat dönemi ve düzenlemelerinin suretini taşıyor” ifadesini kullanan Öğretim Görevlisi Dr. Bulut, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Sansür denince akla ‘istibdat’ döneminin gelmesi doğal. Fakat günümüzde bu hatırlamanın özel bir önemi ve sıradan bir çağrışımdan öte anlamı var diye düşünüyorum. Erdoğan da Abdülhamit gibi kendisinden önce güçsüz iktidarın ardından yönetime geldi ve yine aynı şekilde geniş demokratikleşme sözleri verdi. Toplumdaki değişim arzusu yeni iktidara desteğe dönüştü ama halkın elinde, 1876’daki gibi, sözler dışında bir şey yoktu. Erdoğan da Abdülhamit gibi değişim talebiyle geldiği iktidarda mutlak hükümranlığını kurduktan sonra basını zapturapt altına almaya ve kendisini iktidara taşıyan kadroları, hareketleri ve vaatleri tasfiyeye girişti. Kendinden önce (1864) yayımlanan Matbuat Nizamnamesi’nin, kurulan Matbuat Müdürlüğü’nün ve 1867 Ali Kararname’nin geniş sansürcü işlevlerini kendi yararına kullanıp sonra kısmi değişimlerle ilerleten Abdülhamit gibi Erdoğan da kanun ve kurumlarla aynı çizgiyi takip etti.”

2017’deki Anayasa değişikliği, 1876 Kanun-i Esasi’sinin neredeyse aynısı…

Dr. Bulut, “2017’de kabul edilen Anayasa değişikliğinin teklif maddelerinde şekil verilen temel devlet yapılanması ve ilişkileri, I. Meşrutiyet’in ilanı olan Kanun-i Esasi’nden alınmıştı. Referandumla, 16 Nisan 2017’de kabul edilen 18 maddelik Anayasa değişikliği, Abdülhamit’in, ilan etmesi için tahta çıkarıldığı 1876 Kanun-i Esasi’sinin ‘benzeri’ bile değil neredeyse aynısıydı” açıklamasının ardından karşılaştırmalı olarak şu tabloyu sundu:

“Bugün parlamentonun üzerine bir monarşi/monark tesis edilerek yetkileri elinden alınıyor”

“2017’de ‘güçler ayrılığı’ ilkesi iptal ediliyor. Yasama organı işlevsizleştiriliyor, yürütme organı, tek yetkili olacak şekilde Cumhurbaşkanı’na bağlanıyor ve birbirlerine karşı bağımsızlık ve denetlenebilir/denetleyebilirlik ilişkisi lağvediliyor” diyen Dr. Bulut, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Özetle, parlamenter demokratik yapı tasfiye ediliyor ve devlette, 1876’da Kanun-i Esasi ile kurulan ‘Meşruti Monarşi’ yapılanması inşa ediliyor. Mutlak monarşinin ve mutlak monarkın yetkilerini sınırlandırması itibariyle demokratikleşmeye doğru ilerici bir adım olarak görülebilecek Meşruti Monarşi’nin kuruluşunun, bugün itibariyle parlamenter demokrasiden geriye doğru bir adım anlamına geldiği açık.

1876’da yanına bir parlamento tesis edilerek monarşinin/monarkın yetkileri kısıtlanırken bugün parlamentonun üzerine bir monarşi/monark tesis edilerek halkın seçtiği parlamentonun yetkileri elinden alınıyor. O günlerde Padişah’ın elinden alınarak parlamentoya verilen kimi yetkiler ve hatta daha fazlası, bugün parlamentonun elinden alınarak Cumhurbaşkanı’na veriliyor. Parlamenter demokrasinin özellikle de 2017 Türkiye’sinde halk egemenliği ilkesini ne kadar gerçekleştirdiği sorusu bir yana, bu düzenleme, halk egemenliğinin gaspı anlamına da geliyor. Cumhurbaşkanı’nın Padişah’ın aksine, halk tarafından seçiliyor olması bu gerçeği değiştirmez.”

Engellemeye dönük en ileri adımlarından biri…

Dr. Bulut konuşmasını, “Sansür Yasası” ile amaçlanılana değinerek sonlandırdı:

“Anti-demokratik bir rejimin kurulabilmesi için basının da zapturapt altına alınması gerek. Geleneksel ulusal medya kurumları zaten büyük ölçüde kontrol altına alınmış ve taraftarlaştırılmış durumda. Geriye kalan üç unsurun da engellenmesi, en azından kontrol altına alınması gerekmektedir. Bunlar; yerel medyanın bir kısmı, çeşitli dijital mecralarda yapılan yayınlar ve bireysel düşüncelerin kamusal tartışmaya doğrudan katılabilmesini, böylece de kümülatif olarak çoğalabilmesini sağlayan sosyal medya paylaşımları. Bu yasa, siyasi iktidarın bunları engellemeye dönük en ileri adımlarından biridir.”