5

İklim krizi statü farklılığı dinlemiyor

İklim krizi yazı dizisi 1. BÖLÜM

“Gelişmiş ülke” statüsünde görüldüğü için Yeşil İklim Fonu’ndan pay alamayan Türkiye, 2030 için öngörülen sera gazı emisyonlarını yüzde 21 “azaltacağını” bildirdi. Yaşar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktoru Gönenç, Türkiye’nin acil olarak yeşil enerjiye geçiş reform sürecini hızlandırması gerektiğini belirtti. Yeşil İklim Fonu’ndan pay almamasının, yeşil enerjiye geçişi yavaşlatmaya bahane olamayacağını vurgulayan Gönenç,  Türkiye’nin iklim değişikliğinden birçok ülkeden daha fazla etkileneceğine dikkat çekti.

SERCAN ENGEREK / İZMİR

Birleşmiş Milletler öncülüğünde, küresel ısınmaya yönelik hükümetlerarası ilk çevre sözleşmesi olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), 1992 yılında Brezilya‘da imzaya açıldı ve ülkelerin onaylamasıyla 21 Mart 1994’te yürürlüğe girdi. İnsan kaynaklı çevresel kirliliklerin iklim üzerinde tehlikeli etkileri olduğunu kabul ederek atmosferdeki sera gazı oranlarını düşürmeyi ve bu gazların olumsuz etkilerini en aza indirerek belli bir seviyede tutmayı amaçlayan Sözleşme kapsamında, 2015’te Paris’te bir iklim konferansı toplandı.  Dünya ısısını arttıran fosil yakıt kaynaklı sera gazı salımını sınırlandırmak üzere New York’ta 22 Nisan 2016’da imzalanan ve 2020’de yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması, yerkürede sera gazı emisyonunu 2030’a kadar 56 milyar ton düşürmeyi hedefliyor. Anlaşmaya göre 2100 yılında 1,5 derece sınırını geçmemek için 2030’da toplam küresel emisyonların 2010 yılına göre yüzde 45 azaltılmış olması gerekiyor. Anlaşma çerçevesinde ülkeler çeşitli hedefler belirledi.

Doğaya salınan karbondioksit, metan, diazotmonoksit gibi gazların yarattığı sera etkisiyle kutuplarda buzulların erimesi ve denizlerin ısınmasıyla başlayan küresel ısınma, iklim dengesini hissedilir derecede değiştiriyor. Bilim insanları, dünyada sıcaklığın sanayileşme öncesi döneme kıyasla 1,5 derece artması halinde ciddi olumsuzluklar yaşanılacağı uyarısı yapıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü (World Meteorological Organization-WMO), 2020 yılında yerkürede yıllık ortalama sıcaklığın 1850 yılından 1 derece daha yüksek olduğunu duyurdu. Bilimsel çalışmalara göre mevcut durum devam ettiğinde 2100 yılında dünya ısısı 4 derece artmış olacak.

Küresel ısınma, Türkiye’de en çok, yazların aşırı sıcak, sonbahar ve ilkbaharların gerek kurak geçmesi, gerekse de yağışların hızlanması şekliyle etkisini gösteriyor. Kurak geçen aylarda, barajlardaki su seviyesinin aşırı düşmesi, tarımsal üretimi sekteye uğratırken, betonlaşmanın etkisiyle hızlı/aşırı yağışlar, su baskınları yaşanmasına neden oluyor.

2016’da 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzaladığı Paris İklim Anlaşması’nı parlamentosundan geçirmeyen, onaylamayan dünyadaki 7 ülkeden biri Türkiye. Paris Anlaşması’yla kurulan Yeşil İklim Fonu, iklim değişikliği kapsamındaki ülkelere finansman desteği sağlıyor. Bunun için ülkeler, gelişmişlik düzeyleri bakımında dörde ayırıyor ve fondan yararlanabilmek için gelişmekte olan ülkeler arasında yer almak gerekiyor. Gelişmekte olan ülkeler, fondan alacakları gelirle yeşil enerji, yeşil ulaşım ile emisyon azaltımına yönelik teknolojilere yatırım yapıyor.

Türkiye, 1994’te yürürlüğe girdikten bir yıl sonra iklim zirvesini başlatan BMİDÇS’de OECD ülkeleri gibi EK-1 ve EK-2 grubunda yer aldı. Ülkelere sera gazlarını sınırlandırma yükümlülüğü getiren EK-2’ye göre, “kalkınmış” ülkeler aynı zamanda “kalkınmakta” olan ülkelere yeşil teknolojilerin akışını sağlamak, finanse etmek ile sorumlu tutuldu. Türkiye 2004’te EK-2 listesinden çıkınca BMİDÇS’ye taraf oldu. 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ndeki (BMİDÇS), “statüsü”, “gelişmiş ülke” olarak görüldüğünden yenilenebilir enerjiye geçiş için Yeşil İklim Fonu’ndan pay alamayan Türkiye, İklim Değişikliği Performans Endeksi’nde ise 57 ülke arasında 42. sırada yer aldı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) sera gazı emisyon envanteri sonuçlarına göre, Türkiye’de sera gazı salımı 520 milyon tonun üzerine çıktı. Kömür, doğalgaz hammaddeli termik santrallerde enerji üretimi, petrol yakıtlı otomobillerden, yakılan atıklardan doğaya yayılan gazlar ve fazla enerji tüketimine dönük kentleşme artışın temel nedeni olarak görülüyor.

Türkiye, büyüme senaryoları üzerinden 2030 için salınacağı öngörülen bin 175 milyon ton karbondioksiti, 929 milyon tona düşüreceğini bildirdi. Karbonu azaltmada ülkenin ulusal katkı niyet beyanının incelendiği TR-EDGE modelinde ise, doğaya 2030’da bin 175 milyon ton değil, 836 milyon ton karbondioksit salınmış olacak. Bu miktar, sera gazı emisyonlarını düşürmede devlet tarafından yüzde 21 olarak açıklanan resmî orandan yüzde 30 daha düşük bir miktara tekabül ediyor.

Ekonomist ve ekolojistler, sera gazı emisyonu öngörüsünde aradaki farkın, odak alınan büyüme oranlarından kaynaklanabileceğine dikkat çekiyor. Yeni Ekonomik Programda gayri safi yurt içi hasılada 2021 yılı için büyüme yüzde 5,8 olarak tahmin ediliyor. Büyüme öngörüsü, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organisation for Economic Co-operation and Development – OECD) tarafından önce yüzde 3,6 oranıyla açıklanmıştı. Daha sonra üç puan yükseltilerek 5,9’a çıkarıldı. 2022 için ise büyüme oranı OECD’ye göre yüzde 3 olarak tahmin ediliyor. Türkiye, aynı zamanda “millî geliri en yüksek” ülkeleri ifade eden G20 ülkeleri listesinde bulunuyor.

Türkiye’nin sera gazı salımını sınırlandırma hedefi, iklim krizi bakımında bugün hâlâ tartışma konusu. Peki, BMİDÇS’deki “statüsü”, Türkiye’nin emisyon azaltım “hedefini” gerçekleştirmesinde etkili mi?

24 Saat Gazetesi’ne konuşan Yaşar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktoru Defne Gönenç, Türkiye’nin “özel koşulu” bulunan tek EK-1 ülkesi olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye, hem bir OECD ülkesi hem de kalkınmakta olan bir ülke konumunda” diyor.

Uluslararası iklim rejimine değinen Gönenç, EK-1’de yer almakla beraber 2005’te yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nde Türkiye’ye emisyon azaltma yükümlülüğü verilmediğini hatırlatıp, “Tabiî Kyoto’da, kalkınmış ve kalkınmakta olan ülke ayrımı netti. Ancak şimdi Paris İklim Anlaşması’na göre, emisyon indirme derecesini her ülke kendi belirlediği için kalkınmış ile kalkınmakta olan ülkeler arasındaki birlik de çözüldü. Şu durumda meselâ kalkınmakta olan ülkeler de yeşil yabancı yatırım için bir nevi birbirinin rakibi konumuna geldi” değerlendirmesinde bulunuyor.


Dr. Defne Gönenç

Yaşar Üniversitesi Akdeniz Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde araştırmacı olan Dr. Gönenç’e göre, Türkiye’nin imzalamasına rağmen Paris İklim Anlaşması’nı TBMM’de onaylamama nedeni, “gelişmekte olan ülke” statüsünün kabul edilmesini istemesi… Türkiye, anlaşmayı onaylamak için EK-1 listesinden de çıkmayı önkoşul olarak sunuyor.

En çok Türkiye etkilenecek

“Özel durumu” bulunan Türkiye, Paris Anlaşması’yla kurulan ve “kalkınmakta” olan ülkelere yenilenebilir enerji projeleri için finansman sağlayan Yeşil İklim Fonu’ndan 2018’de pay alamadı. Sanayileşmesi erken başlamış ve zengin ülkelerin iklim değişikliğindeki tarihsel sorumluluğuna dikkat çeken Gönenç, şu açıklamayı yapıyor: 

“Fakat mali destek alamaması, Türkiye’nin Paris Anlaşması çerçevesinde verdiği sera gazı azaltım sözlerini tutmaması için geçerli bir sebep olamaz. Zaten Türkiye’nin bu anlaşma çerçevesinde verdiği yüzde 21’lik sera gazı azaltma sözü yeterli de değildir. Türkiye, acil olarak yeşil enerjiye geçiş reform sürecini hızlandırmalıdır. Zira iklim krizi, ülkeler arasındaki statü farklılıklarını ve anlaşmaların tanınıp tanınmamasını dinlemiyor. Bakın Türkiye, Akdeniz Havzası’nda bulunduğu için iklim değişikliğinden birçok ülkeden daha fazla etkilenecektir. Bu sebeple Türkiye, kendisini de çok etkileyen ve etkisini artıracağı muhtemel bir sorun için çözümü kolaylaştırmalı. Hatta Paris Sözleşmesi’nden çok daha etkili anlaşmaların yapılması için baskı yapmalıdır.”

Türkiye fona mı endeksli?

Türkiye’nin anlaşma kapsamında verdiği sera gazı emisyonlarını düşürme hedefini gerçekleştirebilmesi için mali gücü var mı?

Ülke ekonomisini “plansız” diye yorumlayan ve Türkiye’nin öz kaynaklarının bulunduğunu vurgulayan Gönenç, açıklamasını şöyle tamamlıyor:

“Tüketim kültürünü pompalayan AVM’lere, gereksiz inşaatlara ve -Kanal İstanbul Projesi gibi- dev projelere ayrılan kaynaklar, yenilenebilir enerjiye kaydırılır ise Türkiye iklim değişikliği ile mücadelede önemli adımlar atabilir. Bu sebeple Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan şu anda pay alamıyor olması asla yeşil enerjiye geçiş sürecini yavaşlatan bir bahane olamaz. Türkiye istese karbonsuz bir ekonomiye geçişi sağlayabilir.”