Yarım asırdır Avukatlık yapan Hukukun Egemenliği Derneği Kurucu ve Onursal Genel Başkanı Akyüz, “kutsal bir görev” olarak baktığı mesleğinin kendisi için bir yaşam biçimi olduğunu belirtti. Hukukun, toplumun değer yargılarını barındırmanın yanı sıra, toplum ve bireyde adalet duygusunun oluşmasını amaçladığını vurgulayan Akyüz, bunu gerçekleştirebilen hukukun asıl görevi olan toplumsal düzeni sağlamayı da başarmış olacağına dikkat çekti.
CENGİZ ALDEMİR / ANKARA
Ankara Barosu’nun yarım asırlık kıdemli bir üyesi, Hukukun Egemenliği Derneği Kurucu ve Onursal Genel Başkanı Ahmet Erdem Akyüz, 24 Saat Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. Babası Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hâkimlerinden alan Akyüz’ün, ağabeyi, eşi ve ailesinden birçok hukukçu bulunuyor.
Avukatlık mesleğine, “kutsal bir görev” olarak baktığının altını çizen Akyüz, derneğin kuruluş ve çalışmaları hakkında bilgi verdi, hukukun üstünlüğü, Avukatlık ve STK’ların önemine değindi. Ülke ve dünyayı ilgilendiren konularda KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Cumhurbaşkanı Demirel ile iş insanı Sabancı’ya “Barış Ödülü” verdiklerini bildiren Akyüz, derneğin gerçekleştirdiği başarılı etkinlikler ve kazandıkları yargı kararlarının duyurulmasında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, gazeteci, basın ve yayın organlarının önemli katkısı olduğunu belirtti.
Kültür ile hukuk arasındaki ilişkiyi değerlendiren Akyüz, hukuku kültür ögelerinden ayrı ele almanın, hukukun içinde yetiştiği toplumun değer yargılarına uzaklaşmasına, soyut ve kâğıt üzerinde kalmasına neden olacağına işaret etti. Toplumun değer yargılarını barındırmanın yanı sıra, toplum ve bireyde adalet duygusunun oluşmasını amaçlayan hukukun, bunu gerçekleştirmesiyle toplumsal düzeni sağlayacağını vurgulayan Akyüz, “Hukukta olması gereken üst değere, bir başka deyişle adalete, ancak bireysel ve toplumsal anlamda kültürel bir üst değer olan ahlakın kanunlara yansıtılmasıyla ulaşılır” açıklamasında bulundu.
Hukukun Egemenliği Derneği Kurucu ve Onursal Genel Bşk. Ahmet Erdem Akyüz
Avukatlık ve Savunmanlık” benim için bir yaşam biçimi
Ankara Barosu’nun kıdemli bir mensubu olduğunuzu ve Hukukun Egemenliği Derneği’nin Genel Başkanı olduğunuzu biliyoruz. Bize biraz kendiniz hakkında bilgi verir misiniz?
Ben, Ankara Barosu’nun yarım asırlık kıdemli bir üyesiyim. Hukukçu bir aileye mensubuyum. Babam Mahir Akyüz, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hâkimlerinden. 1926 yılında Müstantik-Hâkim olarak göreve başlamış. Emekliliğinden sonra bir süre aynı büroda Avukatlık yaptık. Ağabeyim Uzdem Akyüz, Danıştay Daire Başkanlığı ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yaptı. Eşim Sevil İnci Akyüz, Hazine, İmar İskân Bakanlığı ve Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nde (TOBB) Avukatlık yaptı, Türkiye Kredi Garanti Fonu’nun kurucu Hukuk Müşaviri. Ailemizde daha başka çok sayıda hukukçu vardır. Hukuksal ve toplumsal konularda yayınlanmış kitaplarım ve makalelerim mevcut. Kısaca söylemek gerekirse “Avukatlık ve Savunmanlık” benim için bir yaşam biçimidir.
Bu kadar uzun süren Avukatlık görevi hakkında düşündükleriniz nelerdir?
Biliyorsunuz, Adliye girişlerinde ve hemen hemen bütün duruşma salonlarında hâkim kürsüsünün arkasında “Adalet mülkün temelidir” diye yazar. Buradaki “mülk” sözcüğü, “devlet, ülke” anlamına gelmektedir. Yani “Adalet ülkenin temelidir.” Nasıl ki, bir yapının sağlam olması ve ayakta kalması için temelinin sağlam olması gerekirse; ülkenin ve devletinde temeli olan adaletin sağlam ve güvenilir olması gerekir. Bizim mezun olduğumuz senelerde Avukatlık Andı şöyleydi:
“Görevimizi yaparken; kimseye, ne müvekkile ne hâkime ne de iktidara tabi değiliz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.”
Şimdi; “Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağımıza, namusumuz ve vicdanımız üzerine and içerek” göreve başlıyoruz. Ben bu mesleğe, kutsal bir görev olarak bakıyorum. Başta da söylediğim üzere “Avukatlık ve Savunmanlık”, benim için bir yaşam biçimidir ve öyle de olmaya devam edecektir.
Bir sivil toplum kurumu (STK) kurucusu ve Genel Başkanı olarak; STK’lar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sivil toplum örgütlerinin; birey olarak insanı, yardımlaşmayı, tüm insanlığı ve toplumu koruyan, sağlıklı ve adil bir ortamda yaşamasını ve gelişmesini üstlenen örgütler olarak, insanlığın ilk günlerinden, ilk çağlardan itibaren var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak günümüzde kullanılan şekliyle, uluslararası alanda STK’ların kuruluşu, 19. yüzyılın ortalarına dayanmakta. İlk etkili çalışmaları, köleliğin kaldırılması ve kadın haklarının sağlanması alanında başlamış. Bu kuruluşlar; resmi kurumlar dışında, bağımsız olarak çalışan; insan hak ve özgürlükleri, sosyal, hukuksal, kültürel, çevresel amaçlar dahilinde çalışmalar yapan kurumlar olarak tanımlanabilir. Genellikle dört değişik amaca yönelik olarak; “Oda, Sendika, Vakıf ve Dernek” şeklindeki bağımsız kuruluşlar şeklinde faaliyet gösteriyorlar. Uluslararası alanda “Sivil Toplum Kuruluşu”, ilk kez 1945 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Kuruluş Beyannamesi’nde kullanılmış olup “Non-Government Organization- NGO” olarak ifade edilmektedir.
Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin çalışmaları daima ön planda olmuştur. Türk toplumunun, tarihsel alanda, sivil toplum örgütlerinin kuruluş ve çalışmalarına öncülük ettiğini söyleyebiliriz. Selçuklu ve Osmanlı döneminde, birbirine çok benzer şekilde, yardım ve gelişme amaçlı olarak kurulan ve sözlük anlamı “kardeşim” anlamına gelen “Ahi’lik ve kurumları”, bunun en belirgin örneğidir. İlerleyen süreçte; esnaf ve sanatkârları koruyan, ihtiyacı olanlara iş ve aş sağlamak amacı kurulan “vakıf’lar” varlığını korurken, diğer STK’lar gündeme gelmiş ve Türk toplumu öncü olduğu bu çalışmayı başarıyla yürütmeğe devam etmiştir.
Kurucusu ve Genel Başkanı olduğunuz Hukukun Egemenliği Derneği’nin kuruluş ve çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?
Derneğimiz, bu işe gönül veren dostlarımızla birlikte 1995 yılında kurulmuş, Anıtkabir ziyareti sonrasında derhal çalışmalarına başlamıştır. Bir tarih sıralamasına bağlı olmaksızın bazı çalışmalarımızı şöyle sıralayabilirim:
* Ortaokul ve Liselerarası “Hukukun Egemenliğinden ne anlıyorsunuz. Hukukun Üstünlüğünü Sağlamak İçin Ne yapmak Gerekir” konulu kompozisyon yarışması, 1997 yılında yapılmış ve kazanan öğrencilere ödülleri, Milli Eğitim Bakanlığı Şura Salonu’nda, geniş bir davetli ve katılımcı huzurunda verilmiştir. Kazanan öğrencilere; plaket, parasal ödül ve diğer hediyelerin yanında, ayrıca ücretsiz dershane-kurs olanağı sağlanmıştır. Ödül töreninden ilginç bir anı olarak; ortaokullar arası birinciliği kazanan öğrenciye, diğer ödüllerin yanında verilen bisiklet de sahnede kürsünün yanında yer almış. Derece alan öğrenci kürsüye çıktığında, gözünü bisikletten alamamış ve nihayet dayanamayıp “Bisiklete binebilir miyim” demiş, ailesi ve öğretmenleri eşliğinde, sahnede çok mutlu bir şekilde turunu atmıştır.
Sabiha Gökçen ile diyalog
* Atatürk’ün manevi evladı, ilk Türk kadın pilotu ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in katıldığı Onur Günü, Ankara Resim ve Heykel Müzesi Türkocağı Konser Salonu’nda; konuşmalar, konser, ödül töreni ve sonrasında kokteyl düzenlenmiştir. 1999 yılında yapılan bu etkinlikte Ayhan Şahin ve Özlem Ömür başkanlığındaki Young Pals Grubuna, Sabiha Gökçen için özel olarak bestelenen orkestra eseri yanında diğer dinletiler de sunulmuştur. Özel bestenin giriş kısmı şöyle:
Gökyüzü kapkaranlık/ Tek ışık bile yok,
Kanatları umudun çaresizce kırık/ Gördüğün ilk bulut, gökyüzünde yana ateş,
Sonsuzlukta bir kadın O, elleri ateş…
Önce bir çift çelik mavi göz gördü/ Göklerdeki ilk meş’aleyi,
Kanatlandı zafer, özgürce fethetti göğü/ Bir milletin sevgisini…
Toplantıdan ilginç bir anıyı anlatmak isterim. Sayın Sabiha Gökçen ile ön sırada yan yana otururken dalgın bir şekilde ve aniden bana döndü, gözleri bulutlu ve nemli idi.
“Erdem Bey; ben bu salonda, bu koltuktayken Atatürk de defalarca, sizin oturduğunuz yerde ve yanımda oturdu. O günleri hatırlattığınız için size teşekkür ederim” dedi.
Ben de en büyük ödülümü bu şekilde almış oldum.
*Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin katkı ve desteği ile Ankara, Çankaya’da bulunan binasında “Türk Ortodoks Patrikhanesi-Fener Rum Patrikhanesi, Kıbrıs ve Batı Trakya Üzerinde Etkileri” konulu paneli 1998 yılında düzenledik. Panel konuşmacıları, benimle birlikte, Türk Ortodoks Patriği Papa Eftim’in kızı Sevgi Erenerol ile gazeteci Kadri Özen ve sunucu Devlet Tiyatroları Sanatçısı Ejder Akışık idi. Panel’in konusu olan Türk Ortodoks Patriği Papa 1. Eftim Kurtuluş Savaşı öncesi Kuva-yi Milliyecileri desteklemiş, Rum patrikhanesi tarafından aforoz ve tehdit edilmiş ama yılmamıştır.
Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından 1996 yılında eğitim semineri düzenledik. Seminerin konuşmacıları Ziya Sonay, Nazmi Bilgin, M. Tali Öngören, Ümit Gürtuna, Baki Özilhan ve ben. Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı olarak “Tarihi Süreç İçerisinde Sendikalar ve Siyaset” konusunu işleyerek katkıda bulundum.
Barış Ödülleri:
Derneğimiz, Türkiye Cumhuriyetini ve dünyayı ilgilendiren konularda çeşitli “Barış Ödül’leri” de vermektedir. Bu ödüller konusunda şunları söyleyebilirim:
*Bu ödüllerden biri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf. R. Denktaş’a, Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanlığı konutunda 1998 yılında yapılan bir törende sunulmuştur. Ödülün gerekçesi, “Yunan ve Rumların, Kıbrıs’ta, Türkleri toplu olarak katletmeleri, soykırım suçu işlemelerine karşın; hayatını Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık hareketine adayan, özgürlük ve bağımsızlık savunucusu Sayın Rauf Denktaş sayesinde, Kıbrıs Adası ve Akdeniz, dünya barışını tehdit eder konumdan çıkmıştır. Bu gün Kıbrıs’ta; bir Yugoslavya, Sırbistan, Çeçenistan olayı yaşanmıyorsa, dünya bunu Rauf Denktaş’a borçludur” şeklinde ifade edilmiştir.
Kıbrıs gazetelerinin tamamı ve Türkiye’deki gazeteler bu habere geniş bir şekilde yer vermişlerdi. Ödül töreninin ilginç ve tatlı bir anısı, başvurumuza karşın Rauf Denktaş’ın verdiği açık, içten ve mütevazı şu yanıt oldu:
“Sayın Av. A. Erdem Akyüz’e; Ödül sunma yolundaki mektubunuz için teşekkür ederim. 12 Kasım 1999 tarihinde saat 12.000 benim için uygundur. Öğle yemeğini de birlikte alırız. Rauf. R. Denktaş, KKTC Cumhurbaşkanı.”
*Diğer bir barış ödülümüz, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’e, Çankaya Köşkü’nde sunulmuştur. Sayın Demirel, bizleri kabul ettiği özel salonda, karşılıklı konuşmalar, değerlendirmeler ve içten sohbetler yapılmıştır.
*Birçok başarı ve hizmetinin yanında; Avrupa Ulusal Kalite Ödülü ve KOBİ Avrupa Büyük Ödülü’nü kazanması, “Bir Dakika Karanlık Eylemi”, “Beyaz Kurdela Eylemi”, “Alkışlı Protesto Eylemi” gibi toplumsal eylemelere katılıp destek vermesi üzerine, Sayın Sakıp Sabancı’ya, Derneğimiz tarafından “Kaliteli İnsan ve Başarı Ödülü” 1997 yılında Sabancı Holding binasında takdim edilmiştir. Sakıp Sabancı, bu ödül nedeniyle katıldığı bir televizyon programında kendisinin Hukukun Egemenliği Derneği tarafından “Kaliteli İnsan” seçilmesi karşısında ne düşündüğü soruduğunda “Kendisini kaliteli insan seçilebilecek konuma getirdiği için Allah’a şükrettiğini” söylemiştir.
Bu saydıklarımızın dışında yurt içi, dışı ve uluslararası alanda pek çok katıldığımız toplantılar, başvurular, elde ettiğimiz, başardığımız etkinlikler ve kazandığımız yargı kararları var. Bu başarılarda ve bunların duyurulmasında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, gazeteci, basın ve yayın organlarının önemli katkısı bulunuyor. Birlikte ve el ele daha büyük başarılara imza atacağız. Her birine teşekkür ederim.
Hukukun asıl görevi, toplumsal düzeni sağlamak…
Son olarak, kültür ve sanatla da ilgili olduğunuz çalışma ofisinize de yansımış durumda. Bir hukukçu olarak hukuk, kültür ve sanat ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?
Kültür ile hukuk arasındaki etkileşimde kültür, etkin rolünü örf, adet, gelenek ve ahlak kuralları gibi sosyal normları kullanarak ortaya koyar. Bu sayede hukuk, toplum ve birey nezdinde daha meşru ve anlaşılır bir hal alır. Kültür ögelerinden ayrı olarak hukuku ele almak, hukukun içinde yetiştiği toplumun değer yargılarına uzak kalmasına sebep olur. Bu uzaklık da hukukun soyut ve kâğıt üzerinde kalmasına sebebiyet verir. Oysa hukuk, toplumun değer yargılarını içinde barındırmanın yanı sıra, toplumda ve bireyde adalet duygusunun oluşmasını amaçlar. Bu amacı gerçekleştirebilen hukuk, asıl görevi olan toplumsal düzeni sağlamayı da başarmış olur. Ancak bu amaca, sadece yazılı kurallar ile ulaşılması mümkün değildir. Hukukta olması gereken üst değere, bir başka deyişle adalete, ancak bireysel ve toplumsal anlamda kültürel bir üst değer olan ahlakın kanunlara yansıtılmasıyla ulaşılır. Bana göre estetik olan göze ve ruha hitaben görselleri, antikaları, anforaları, kendi yaptığım tasarımları, eski eserleri bir sanatsever olarak çalışma ofisimde de sergiliyorum. Bu sorunuzu kısaca George Bernard Shaw’ın “Yüzünü görmek için bir cam ayna kullanıyorsun; ruhunu görmek için sanat eserlerini kullanabilirsin” sözüyle özetlemek isterim.
24 Saat gazetesinin PDF dosyasını indirmek için tıklayınız.