27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü… Tiyatrocular, zaten var olan ve pandemi nedeniyle artan ekonomik sorunlarından dertli. Tiyatronun gerçek yaşamın kendisi ve toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayan tiyatro sanatçıları, Türkiye’de sanata ve sanatçıya yeteri kadar ilgi gösterilmediğini söylediler. Sanatçılar, tiyatronun, bir okul gibi insanları hayata hazırladığını, gençlere, ışık tuttuğunu, bir uyandırma sanatı ve yaşam felsefesi olduğunun altını çizdiler.
HAMDİYE ÇİFTÇİ ÖKSÜZ / HAKKARİ
“Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez” der, William Hazlitt.
UNESCO ve uluslararası tiyatro toplumu tarafından 1948 yılında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (International Theatre Institute-ITI) ya da diğer adıyla Uluslararası Tiyatrolar Birliği, 1961’de aldığı bir kararla 27 Mart gününü “Dünya Tiyatrolar Günü” olarak kabul etti. ITI, “sahne sanatları bağlamında, dünya çapında bilgi ve uygulama alışverişini arttırmak, gelişim sürecinde sanatsal yaratıcılığın ve üretimin gerekliliği konusunda toplumsal bilinci uyandırmak, insanlar arasındaki barış ve dostluğun sağlanması ve artmasını gerçekleştirmek adına karşılıklı anlayışı geliştirmek” gibi hedeflerle bu güne dikkat çekti. O günden itibaren her yıl, enstitüye üye ülkelerde 27 Mart, “Dünya Tiyatro Günü” olarak kutlanıyor.
Gerçek yaşamın sahneye yansıması olan tiyatro, oynayan ile izleyen arasında yakın ve sıcak bir ilişki kuruyor. En önemli gösteri sanatlarından biri olan tiyatronun belli başlı türleri şunlar:
Komedi: Oyunların, insanların, durumların gülünç yönlerini gösterir.
Trajedi: Konusunu tarih, ya da efsanelerden alır, acıklı sahnelere yer verir.
Dram: Yaşamda var olan umudu, sevinci, acıyı, bir arada sunar.
“Dünya Tiyatro Günü” nedeniyle 24 Saat Gazetesi olarak tiyatrocularla konuştuk.
“Tiyatro, ekmek ve su gibidir”
20 yıldır tiyatro oyunculuğu, yönetmenlik yapan Rasim İhtiyatoğlu, bugüne kadar yüzlerce tiyatrocu yetiştirdi. İhtiyatoğlu, yaşamın bir parçası olduğunu vurguladığı tiyatronun, insanları eğiten güçlü bir yanı olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:
“Tiyatro, insanların içinden çıkmış bir sanattır. Geçmişi, bugünü ve geleceği bir araya getirir. İnsanları birleştiren, aralarındaki anlayış ve kardeşliği geliştirir. Tiyatro bir okuldur, insanları hayata hazırlar. Tiyatronun bu güçlü yanı ve eğitici özelliğini alan insanlar hayata daha sıkı tutunur. Tiyatro ile büyüyen bir birey, sevgiyi, aşkı, mutluluğu kısacası hayata daha umutla bakar. Tiyatro, ekmek ve su gibidir. Bu nedenle tiyatro, toplumun ayrılmaz bir parçadır.”
Rasim İhtiyatoğlu
“Tiyatro, bir uyandırma sanatıdır”
Cihat Ölmez de, 16 yıllık bir tiyatrocu. Akdeniz Üniversitesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü’nde okurken şehir tiyatroları sınavına girip kazanan Ölmez, bir yıl profesyonel eğitim almış. 2015 yılında oyunculuk kariyerine yönetmenlik ve eğitmenlik sıfatlarını da ekleyen Ölmez, 2016’da Hakkâri’ye döndüğünü, kısa süre okullarda tiyatro ve yaratıcı drama eğitimleri verdikten sonra kendi ekibini kurduğunu anlattı. 2017’da Hakkâri için “büyük bir değer” sayılabilecek ve tiyatro sanatı adına önemli işler yapmak üzere Onuncu Köy Tiyatro Topluluğu’nu kurduğunu dile getiren Ölmez, yaptıkları çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi:
“Ekibimizle birlikte, şimdiye kadar sayısız tiyatro çalışması yapıp kaliteli oyunlar sergiledik. Çok genç üyelerden oluşan ekibimiz, başarılı bir şekilde büyük oyunlar sergileyerek, Hakkâri’nin bu anlamda ne kadar büyük bir sanat potansiyeline sahip olduğunu herkese gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Bu yolda gençlere ışık tutmayı ve bu sanatı sürdürülebilir hale getirmeyi şiar edindik kendimize. Oyunculuk sınavlarına öğrenciler hazırlayarak gençlerin bunu sadece bir hobi olarak görmemesini sağladık. Keza bu sınavlarda başarılı olan öğrenciler çıkararak konservatuarlarda okumalarına destek olduk ve gelecekte çok başarılı olabilecek sanatçı adayları hazırladık.”
Cihat Ölmez
Ölmez, tiyatro oyunu sergileme sürecinde yaşanılanlar konusunda da şunları söyledi:
“Tiyatro, keyifli olduğu kadar dikenli bir yoldur, aynı zamanda. Bir oyunu hazırlama sürecinin ne denli ‘çetrefilli ve meşakkatli’ olduğunu yalnızca bu işi yapanlar bilir. Okuma provalarıyla başlayan süreç; ışık, kostüm, dekor, ezber, sahne, oyunculuk gibi sistemlerin hepsinin koordineli bir şekilde yürütülmesini gerektirdiğinden sürece hazırlanmak için mental olarak da fiziksel olarak da arınmış bir birey haline gelmek gerekiyor. Neticede ortaya bir ürün sergileniyor ve bu ürünün her açıdan elle tutulur olması gerekmektedir. Oynadığınız oyunun konusu ve türü ne olursa olsun, rolü giydiğiniz vakit başka bir ruha yolculuğunuz başlarken sizinle birlikte tiyatronun olmazsa olması seyircinin de merak yolculuğu başlar. Peşinize takılıp gelen seyirciye açtığınız yenidünya, onu her zaman mutlu etmeyebilir fakat kendi özüne döndüğünde girdiği o rüyanın bambaşka bir tadı olduğunu hissetmesi gerekir. İşte sanat o zaman sanat değeri kazanır.”
Tiyatronun her zaman mesaj verme gibi bir zorunluluğu olmadığına inanan Ölmez, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu sanat böyle bir zorunda misyon yüklenmemiştir lakin tiyatro sanatı, yaşamın ta kendisini anlattığı için ister istemez her izleyici kendi adına farklı sonuçlar çıkarabilir. Hatta, ‘Hayat, olsa olsa tiyatronun kötü bir taklididir’ denebilir. Aslında tiyatro, bir uyandırma sanatıdır. Bizler de Onuncu Köy Tiyatro Topluluğu olarak, bizi hem birey hem de insan olarak rahatsız eden birtakım olayların üzerine yönelip bu bağlamda oyunlar çıkarıyoruz. Bunların başında, kadının günümüzde çektiği sıkıntılar ve kadının toplumdaki yeri gibi konular geliyor. Bu anlamda sergilediğimiz iki komedi oyunuyla, seyircimizin tiyatrodan çıkarken kendini sorguladığını düşünüyoruz. Orhan Kemal’in ‘Tersine Dünya’ eseriyle, kadın erkek ilişkilerinde empatinin ne kadar önemli olduğunu ve bunu yaptığımızda aslında birçok problemi rahatlıkla ortadan kaldırabileceğimizi göstermek istedik. Oktay Arayıcı’nin ‘Rumuz Goncagül’ eserinde ise kadının toplumdaki yerini ve işsizlik düzeyinin kadına ve topluma açtığı yaraları gözler önüne sermeye çalıştık. Bunlar bizim son derece önem teşkil eden oyunlar ve konular idi.”
Dünya tiyatrosuna ismini altın harflerle yazdırmış yazarlardan da oyunlar sergilediklerini bildiren Ölmez, Rus tiyatrosundan Anton Pavlovic Cehov’un “Sevgili Doktor” ve Güney Afrikalı Athol Fugard’dan “Ada” isimli oyunu sergilediklerini ve olumlu tepkiler aldıklarını aktardı.
“Sanata aç bir coğrafyada yaşamanın belki de meyvelerini topladık kısa sürede” diyen Ölmez, ülkemizde sanata ve sanatçıya yeteri kadar ilgi gösterilmediği belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tiyatronun geçmişten günümüze dinmeyen sancıları var. Güzide ülkemizde sanatın ve sanatçının yeterince ilgiyi görmemesi ve hak ettiği yerlerde olmaması bize üzüntü veriyor. Bununla birlikte özel tiyatroların çektiği maddi ve manevi sıkıntılar herkesin malumu. Bizler gibi çok zor şartlar altında tiyatro sanatını icra etmeye çalışanlar, ciddi sıkıntılarla karşılaşıyor ve gereken desteği bulamıyor. Bu da bu sanatı daha ileriye taşıma noktasında yolumuzdaki en büyük engeli oluşturuyor. Elbette problemleri herkes sıralayabilir ama biz problem konuşmaktan çok çözüm üretmekten yana olmayı tercih edenlerdeniz. Devlet ve özel tiyatroları destekleyici çalışmalar yürütmesini istemek herhalde çok büyük bir istek olmayacaktır. Bu dekor olur, sahne olur, kostüm olur ve daha birçok şey olabilir. Bu şekilde yürütülen ortak çalışmalar sanata ve tiyatroya taze kan kazandırır. Aynı zamanda toplumun ışığı olarak nitelendirdiğimiz tiyatro o zaman gerçek emeline ulaşmaya daha yakın hale gelebilir.”
Ölmez, “Dünya Tiyatrolar Günü” konusundaki değerlendirmeleriyle sözlerini bitirdi:
“Dünya Tiyatro Günü, tiyatro dünyasındaki insanlar için sahne sanatlarının insanları bir araya getirici gücünü kutlamak, seyirciyle daha iyi bir iletişim kurmak ve insanlar arasındaki anlayış ve barışı arttırmak için bir fırsat olarak görülmektedir. Bugün yapılan etkinlikler, uluslararası işlevlerinin yanı sıra ulusal ve bölgesel tiyatro gruplarının bir araya gelmesinde de rol oynuyor. Bizler de, bize hediye edilen böylesi özel bir günde bütün tiyatro gruplarının bir arada olacağı çalışmalar yürütüp sahnede o günü bir festivale, bir cümbüşe çevirmek için canla başla çalışmalar yürütüyoruz. Dünya Tiyatrolar Günü, sanatın ve tiyatronun inceliklerini ruhunda hisseden hayatına yansıtan herkese kutlu olsun. Bu yolda bizlerin sahnenin tozunu yutmamıza olanak sağlayan başta Türk ve dünya tiyatro yazarlarına teşekkürü bir borç bilirim. Sanatın ve tiyatronun daha özgür ve daha yaşanılası bir dünya oluşturma çabasına tuzumuzu ekmeye devam edeceğiz. Bu dikenli yolda bastığımız her noktaya mumlar dikmek için çabamızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Yüreğinde insanlığa dair en ufak umutlar besleyen herkesi perdeye ve sahneye davet ediyorum. Tiyatro iyidir, korkmayın gidin! Yaşasın tiyatro var olsun sanat.”
“Tiyatro, bir yaşam felsefesidir”
Bedirhan Ege, 96 yılından bu yana tiyatroyla uğraşıyor. Tiyatronun kendisi için bir yaşam felsefesi olduğunun altını çizen Ege, ilk olarak Metin Keçeci ve İsmail Akar önderliğinde “Berivan” adlı oyunla seyirci karşısına geçtiğini bildirdi.
Türkiye’de tiyatronun her zaman baskı altında olduğunu düşünen Ege, “Aslında her oyunun topluma bir mesajı vardır” dedi.
Türkiye’de tiyatroların en büyük sorunu sahne olduğunu belirten Ege, tiyatro oyuncularının maddi olarak büyük sıkıntılar içinde olduğunu ve geçimini sağlayamadığını dile getirdi. Ege, “Oyuncular aç, devlet yeteri kadar desteklemiyor. Meydan daha çok sosyal medya fenomenlerine kalmış. Şu an herhangi bir çalışmada bulunmuyorum. En son ‘Şeref sözü’ dizisinden teklif geldi, oda tutmadı, final yaptı. 27 Mart, evrensel bir gün. Dünya Tiyatrolar Günü, her zaman umut ifade ediyor benim için. Dünya Tiyatrolar Gününü kutluyorum” diyerek sözlerini tamamladı.