Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya (M4D) Projesi kapsamında gerçekleştirilen haftalık gazeteci buluşmalarının Eylül ayı gündemini orman yangınları ve sel oluşturdu. Yaz boyunca ülkenin farklı bölgelerinde yaşanan doğal afetleri sahada izleyen gazeteciler deneyimlerini “Yangın ve Sel Bölgelerinde Habercilik” başlıklı online söyleşide aktardılar. Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu’nun modere ettiği söyleşide, Medyascope’dan Fırat Fıstık, Fox TV’den Gülşah İnce, ANKA Haber Ajansı’ndan Tamer Arda Erşin, serbest gazeteciler Serdar Özsoy, Burak Ütücü ve Hilmi Hacaloğlu Türkiye’de son zamanlarda gerçekleşen yangın ve sel felaketlerinde bulundukları bölgelerde afet haberciliği yaparken yaşadıklarını katılımcılarla paylaştılar.
Felaket haberciliği nasıl yapılır?
Söyleşinin açılış konuşmasını yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Direktörü Yusuf Kanlı, felaket haberciliğinin önemine dikkat çekerek, “Maalesef bu yaz hepimizin ciğerlerimiz yandı, sellerle boğuştuk. Bu afetlerde bir kez daha gazeteciliğin önemini, ne kadar elzem olduğunu gördük. Haber alma hakkını sağlayan gazetecilere yönelik yüklü cezaları da görmüş olduk. Felaket haberciliği nasıl yapılır, haberler nasıl verilmeli, işin sorumluluğu gerekliliği nedir, tüm bu soruları farklı mecralarda çalışan meslektaşlarımızın sahadaki deneyimleri üzerinden anlamaya çalışacağız. Demokrasiler insanların bilinçli tercih yapabilmeleri derecesinde sağlıklı çalışır, bilinçli tercihler de siz değerli meslektaşlarımızın bilgilendirmesiyle ancak mümkün olabilir. Maalesef bu son yıllarda giderek artan oranda tek kanaldan beslenen bir bilgilenme yani propagandaya dönüşmüş vaziyette, bu çok üzücü, tüm şartlara rağmen gazetecilik yapmaya çalışan meslektaşlarımızı kutluyorum” dedi.
Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde kurulan online eğitim platformu olan GC Akademi hakkında bilgi vererek konuşmasına başlayan söyleşinin moderatörü Yıldız Yazıcıoğlu, “Yaz döneminde Türkiye gündemini maalesef afet haberleri meşgul etti. M4D Proje ekibi olarak haftalık gazeteci buluşmaları kapsamında gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde Eylül ayının ilk etkinliğini afetlere ayırdık. Bu çerçevede afet bölgelerinde kamuoyunu bilgilendirmeye çalışan meslektaşlarımızla kapsamlı bir şekilde konuyu tüm detaylarıyla ele almak istedik. Manavgat, Milas, Ören, Marmaris bölgelerindeki orman yangınları ile Karadeniz’de yaşanan sel felaketini takip eden meslektaşlarımız saha tecrübelerini, karşılaştıkları baskıyı, kriz anlarında haber verme sorumluluğunu kısacası nelerle karşılaştıklarını bizlerle paylaşacaklar” diye konuştu.
Ütücü, “Basın mensubu olarak güvenlik güçleri tarafından herhangi bir engelle karşılaşmadım”
Yazıcıoğlu’nun ardından serbest gazeteci olarak kendi imkanlarıyla sahaya inerek haber takibi yapan Burak Ütücü, tecrübelerini, “Kendi imkanlarımla geç bile kalarak, yangının termik santrale sıçradığı dönemde yola koyuldum. Sadece yanıma bir yastık alıp yola çıktım, başka hiçbir plan yapmadım. Yaklaşık beş gün boyunca Milas bölgesindeki dokuz köye de gitmeye çalıştım. Yangın termik santrale ulaştıktan sonra Milas- Ören yolu kapatıldı, patlama riski nedeniyle tahliyeler başladı, ben de bölgedeydim. Basın mensubu olarak güvenlik güçleri tarafından herhangi bir engelle karşılaşmadım. Yeniköy Termik Santrali’nde iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarıyla görüştüm, ilk bilgileri kamuoyuna iletmeye çalıştım” sözleriyle aktardı.
Fıstık, “Bakan bey istemiyor’ denilerek engellendik”
Medyascope muhabiri olarak yangın ve sel bölgelerinde aktif görev alan Fırat Fıstık, bağımsız medya kuruluşu olarak bölgede görev yapmanın zorluğuna dikkat çekerek, “Medyascope olarak bu tür büyük olayların çoğuna gitmeye çalışıyoruz elbette tüm bu haberlerin bir maliyeti var, bunların hiçbiri tartışılmıyor. Haber takibinde engellemelerle karşılaşıyoruz bizi doğal olarak alternatif medya olarak tanımlıyorlar. Kriz anında bölgede çekim yapmaya çalışırken güvenlik güçleri tarafından ‘Bakan bey istemiyor’ denilerek engellendik. Ancak bakan bey istemiyorun önüne geçmek gerekiyor. En nihayetinde doğal afet bölgesinde kamuya açık alanda yine kamuoyunu bilgilendirmek için görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Oradan bu görüntüleri alamayacaksak nereden alacağız? Aynı engelleme yangın bölgesinde de yaşandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun konvoyunu takip ederken durdurulduk ve geri dönmemiz istendi. Maalesef son yıllarda bu tarz kriz anlarında, olağanüstü durumlarda alışılagelmiş bir gazetecilik formatı var, sadece resmi açıklamalar veya devlet yetkililerinin açıklamalarını veren bir gazetecilik modeli var. Bunun ardına geçen derinlemesine haber yapmak isteyen gerçeği ortaya çıkaran gazeteciliğin daha kıymetli olduğunu düşünüyorum” dedi.
İnce, “İlk kez afet bölgesinde kamuya açık alanda akreditasyon engeliyle karşılaştık”
Fox TV muhabiri olarak kamuoyuna açık alanda akreditasyon engeline takılan Gülşah ince de ilk kez afet bölgesinde böyle bir engellemeye maruz kaldıklarını ifade etti. Kriz anlarında gazetecilerin dezenformasyonla mücadele edebilmek için özellikle takip ettikleri, tanık oldukları bilgileri vermeleri gerektiğine dikkat çeken İnce, “Ören tahliyesinde oteller kapatıldı, bölge boşaltıldı, eşyalarımızla kendimizi kapının önünde bulduk. Birkaç gün şezlongda yattık. Merkez medyada çalışıyor olmam bölgede çalışırken bana herhangi bir ayrıcalık sağlamadı. Cumhurbaşkanlığı takip kartı ve basın kartına sahip olmama rağmen Fox deyince güvenlik güçleri buyurun demedi. Alevlerin santrale sıçramasıyla bölgeye girmeye çalıştık fakat akreditasyon engeliyle karşılaştık. Kapalı mekanlarda bu tarz durumlara alışığız, ama ilk kez afet bölgesinde kamuya açık alanda pek çok medya kurumunun girdiği alana ben giremedim. Bakan Soylu çekim yaptığım kamuya açık alandaydı, araçtan indikten sonra güvenlik güçleri tarafından kameram kapatıldı. Bakana o süreçte sorulması gerekilen tek soru vardı; uçaklar nerede? Çünkü o sıralar tartışılan en önemli konu buydu, ben de bir gazeteci olarak bunu sormalıydım. Soruyu sordum neden bunu sorduğum sorgulandı. Kriz haberciliği orada anda olmak demektir. Yangın bölgesindeki en büyük sorun da nitekim bilgi kirliliğiydi, takip edilmeyen, tanık olunmayan bilgi verilmemeli” diye konuştu.
Hacaloğlu, “Utanç verici bir noktadayız”
Muğla Marmaris bölgesinde kendi imkanlarıyla yangını izleyen serbest gazeteci Hilmi Hacaloğlu, Cumhuriyet tarihinin en fazla orman kaybına tanıklık ettiğini ifade ederek, afet bölgesinde özellikle bölge sakinleri tarafından haberleri gördüğünü belirterek, deneyimlerini şöyle aktardı:
“26 yıla yakın zamandır gazetecilik yapıyorum, Türkiye’nin çok zor süreçlerinde gazetecilik yaptım. Savaş ve çatışmalı alanlarda da görev yaptım, o dönemlerde insanların habere ne kadar aç olduğunun farkındayım. Bu kriz anları gazeteciler için de bu çok kıymetlidir. Gazeteci tanık olduğu şeyi haberleştirir, en iyi haberi vermek için mücadele eder. Ben de alana gittiğimde bu duygularla gidiyorum. Bu yangınlarda basın çoğunlukla Bodrum bölgesindeydi, ben de gecikmeli gittiğim için kendimce Marmaris’i mesken tutmak istedim. Siyasilerin, liderlerin veya yerel yönetimlerin yangınlarla ilgili demeçlerini önemsemedim. Cumhuriyet tarihinin en fazla ormanının kaybedildiği yılı yaşıyoruz, 100’üncü yıla giriyoruz bugüne kadar bu çapta bir kayıp olmadı. Bir bakan televizyona çıkıp hava filomuzun başarılı olduğunu savunuyor, utanç verici bir noktadayız, ben bu utancı anlatmak için yerimde duramayıp Marmaris’e gittim. Gazeteciyim diyenlerin bu gerçeklerin peşinde koşması lazım. Halkın yurttaşın ne düşündüğünü önemsedim. Türkiye’de gazetecilik tutkusunun gazeteciliğin evrensel temel ilkeleri konusunda ısrarcı olan gazeteci grubunun var olması yarınlar için hepimize güven veriyor.”
Özsoy, “Serbest gazeteciliği sıcak bir olayda ilk kez deneyimlemiş oldum”
Ankara’dan Marmaris’e serbest gazeteci olarak giden Serdar Özsoy ise serbest gazeteci olarak ilk kez afet haberciliği yaptığını belirterek, “Marmaris’teki yangınları takip ettim çünkü bu bölgeye daha fazla aşinaydım. Bölgedeki arkadaşlarım gazetecilere yönelik büyük bir baskı olduğunu henüz alana gitmeden söylemişlerdi, dolayısıyla endişeli bir şekilde bölgeye gittim. Ulusal medyada çalışırken pek çok kapı ardına kadar açılabiliyor, kamuoyunda iyi karşılanabiliyor veya aksine olumsuz da görülebiliyorsunuz. Serbest gazeteciliği sıcak bir olayda ilk kez deneyimlemiş oldum. Ankara’dan gelmem ve serbest gazeteci olmam bölgedeki insanların alışık olmadığı bir durumdu. Onlar için bölgeye geldiğimi, seslerini duyurmaya çalıştığımı anlattım yüzlerindeki ifadeyi görmeniz gerekirdi, 20 yılı aşkın süredir gazetecilik yapıyorum bu tavır alışık olmadığım bir tavırdı. En çok sorguladığım şey, elbette itfaiye veya orman ekiplerine yönelik eleştirilerdi, mesleklerinin alaşağı edilmesi konusunu gündemime aldım. Yetkililerin sesi olmaktan ziyade haberlerimde ihtiyacı olanları, gönüllüleri, yerel halkı çiftçiyi görmek istedim” dedi.
Erşin, “Yangında en fazla mağdur olan köylülerdi”
Son olarak ANKA Haber Ajansı muhabiri olarak Manavgat’ta uzun süre kontrol altına alınamayan yangını takip eden Tamer Arda Erşin ise “Bölgeye ilk gittiğimiz anlarda yangın henüz kontrol altına alınamıyor farklı noktalara sıçrıyordu. Orman Genel Müdürlüğü ve itfaiye ekiplerinin müdahalesi yetersiz kalıyordu. Yangın dip ve tepelik noktalarda çıktığı için yangın yere inene kadar bekleniliyordu. Bu yangında en fazla mağdur olan köylülerdi, geçim kaynaklarını yitirdiler, tarlaları, hayvanları yandı. Yerel yönetimler çabalasa da yeterli olamadılar çünkü yangına hava müdahalesi şarttı. Yeterli müdahale olmadığı için yangın sıçradı. Yangının ortasında kaldık, nefes alamayacak durumdaydık, hepimizin yangın söndürme ekipmanları, koruyucu kıyafete ihtiyacımız vardı. Yangın kozalardan farklı noktalara sıçrıyordu, rüzgarın etkisi de yangını etkiliyordu. Basın olarak kolluk güçlerince engellendik, her yere rahat bir şekilde erişemedik” diye konuştu.