Gazeteciler Cemiyeti’nce yürütülerek, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi” Projesi (M4D) kapsamında, Ankara’daki Basın Evi’nde düzenlenen atölyenin konuşmacısı gazeteci Taner Dedeoğlu oldu. “Röportaj Teknikleri” konulu sunumunda, Dedeoğlu, geçtiğimiz aylarda Gazeteciler Cemiyeti tarafından basılan “Şimdi Onlar Manşet” isimli, duayen gazetecilerle yaptığı röportajlardan oluşan kitabından da alıntılar yaparak, katılımcılara röportaj yazmanın inceliklerini anlattı. Sunum öncesi konuşma yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, hem söz konusu konunun hem de kitabın kendisi için çok önemli olduğunu vurgulayarak, röportajların ortaya çıkma hikâyesini ve Taner Dedeoğlu’nu şöyle anlattı:
“24 Saat gazetesinin sıkıntılı zamanlarıydı, gazeteye ilan alabilmek için mücadele veriyorduk. Özel haber, röportaj gibi türlerde yazı isteniyor, köşe yazarı sayımızın eksik olduğu belirtiliyordu. O dönemlerde, sağ olsun Taner Dedeoğlu ile konuştuk ve meslek büyüklerimizle röportaj yaparak, tarihi bir belge bırakmak istedik. Ben, bunu yapacak en iyi kişilerden birinin Taner olduğuna inanıyordum çünkü onu hepiniz tanıyorsunuz. Geçmişte çok başarılı işlere imza atmış, büyük tirajlı gazetelerde görev yapmış ve bu camiada ismi saygıyla anılan bir gazeteci… Biraz da huysuzluğu var ama bu da mesleki birikiminden kaynaklanıyor olmalı. Onu öyle kabul ediyor ve seviyoruz.
Tecrübe çok önemli bir öğe ve bazen insanlar, ‘Senin yaşın kadar benim tecrübem var, ne ukalalık ediyorsun?’ diyebilir ama aslında tecrübe paylaştıkça kıymetlidir. Paylaşılmıyorsa, isterseniz ünlü olun… Ünlü olmak kolaydır ama ondan ziyade bizim meslekte güvenilir olmak önemlidir. Nice ünlüler gördüm ki, şimdi isimlerini bulamazsınız. Rahmetli futbolcu Metin Oktay benim iyi bir dostumdu, futbolculuğunun yanında iyi bir felsefe adamıydı. Bir gün Ankara otelinde sohbet ederken, bana, ‘Nazmi kardeşim, hayatta en zor taşınacak üç şey nedir, bilir misin?’ diye sordu ve ‘Şöhret, para ve silahtır’ dedi. ‘Silahı 20 yıl cebinde taşırsın bir şey olmaz ama bir gün bir hata yaparsın ve hayatın kayar. Para da öyledir, çalışır çabalarsın, paraya boğulursun ama bir gün bir hata yaparsın, bir bakarsın ki ertesi gün hiçbir şeyin kalmamış. Ve şöhret… Kazanabilirsin ama kamuoyunun reddedeceği ve kabullenmeyeceği bir hata yaparsın, bir anda o şöhret biter. Onun için şöhreti taşımak zor bir iştir’ dedi.
Taner Dedeoğlu bu güzel şöhreti çok uzun yıllardan beri, mesleği bıraktıktan sonra da böyle güzel eserler bırakarak koruyor. Ben basılmadan önce de, basıldıktan sonra da kitabı okudum. O yalnızca deneyimlerini, röportaj konusundaki başarısını bize sunmamış, aynı zamanda bizim yakın siyasi tarihimize çok önemli izler bırakmış gazeteci büyüklerimizin de çok önemli deneyimlerini bu kitap vasıtasıyla bize iletmiş. Ben defalarca okuyup ders alacağım pek çok şey buldum. Dedeoğlu ‘İşimi tamamladım, emekli oldum, gider keyfime bakarım’ diyebilirdi ama yıllarca bu kitabı hazırlamaya emek verdi.
Zaman zaman yapılan güzellikleri takdir etmiyoruz. Yaşarken insanları takdir etmek önemli, bizim duygu taraflarımızın okşanmaya ihtiyacı var. Taner de bu sözlerimden küçücük bir iltifat çıkarmıştır umarım, çok teşekkür ediyorum hem alanında yaptığı röportajlar hem de Gazeteciler Cemiyeti’ne böylesine güzel bir kitap kazandırdığı için…”
Dedeoğlu, “Bu kez de 28 Şubat oldu”
Dedeoğlu hakkında, bilgi veren M4D Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman, farklı gazetecilik dalları arasında röportajın ayrı bir yeri olduğunu belirterek, “Konuğumuz Gazeteci Taner Dedeoğlu, yüzlerce röportaj yapmış ve inanın, çok ama çok da güzel yapmış” dedi. Röportajın teknik bilgi kadar, karşısındaki insanı iyi tanıma becerisi ve bunu yazıya dökebilme yeteneği de gerektirdiğini ifade eden Ülman, Dedeoğlu’nun yıllarını verdiği bu dalda üst noktaya çıktığını ve kitabı ile Ankara’nın Rüzgârlı sokağında yetişen duayen gazetecilere ışık tuttuğunu söyledi.
Sunumuna mesleki yaşamını anlatarak başlayan Dedeoğlu, 1949 yılında Nevşehir’de doğduğunu ve bu tarihin çok partili siyasi hayatın iktidar değişikliğinden dokuz ay öncesi olduğuna dikkat çekti. Nevşehir’de ilkokuldayken, okul bitirme sınavlarına girerken, bir gün kapıda bekleyen öğretmenin ‘Evlerinize gidin, sokağa çıkmayın’ dediğini belirterek, bu tarihin 27 Mayıs 1960 darbesine rastladığını söyledi. Daha sonra Ankara’da üniversite döneminde, kitlesel eylemlerin olduğu yıllarda ordunun yönetime mektup yoluyla el koyduğunu kaydeden Dedeoğlu, “12 Mart 1971 muhtırası… İşte tam bu günlerde mesleğe girdim” dedi. Bu konudaki anısını paylaşan Dedeoğlu şöyle konuştu:
“Rahmetli Asaf Uçar’ı anmalıyım… Orhan Tokatlı, kendisine, TRT’de paşaların olduğunu, haber için onların fotoğraflarını çekmesini söylüyor ama kuruma gidince, genel müdürün odasına alınmıyor. O esnada özel kalemdeki bir masanın üzerinde Karadeniz Hava ve Jandarma Kuvvet Komutanlığı’nın şapkalarını görünce, bunların fotoğrafını çekerek haberi vermişti. İşte ben mesleğe başladığımda, Asaf Abi’ye sık sık, ‘Nasıl çektin?’ diye sorunca, ‘Çektik lan’ diyerek anlatmaya başlardı.”
Daha sonraki yıllarda Milliyet gazetesi ve Hey dergisi ile Hürriyet gazetesinde TV’de 7 Gün dergisinde çalıştığını ifade eden Dedeoğlu, sekiz yıl Hürriyet’te çalışıp, tekrar Milliyet’e döndüğünü ve gazeteci olarak 12 Eylül 1980 darbesini yaşadığını anlattı. Daha sonra Milliyet’in Renk adlı ilavesinde röportaj yapmaya başladığını belirten Dedeoğlu, gazetedeki süresi dolunca, aynı sırada eşinin yurt dışı görevi için tayin olduğunu ve bu nedenle emeklilik dilekçesini verdiğini söyledi. Dedeoğlu, esprili bir dille şunları ifade etti:
“Ben emeklilik dilekçemi verdim, işlemler yapılıyordu, bu kez de 28 Şubat oldu, TSK tanklarını Sincan’da sokağa çıkardı. Yani geriye dönüp bakınca ihtilalle başlayıp ihtilalle biten meslek yaşamım olmuş. Yurt dışından dönüşte Dış Ticaret Vakfı’nın dergisini çıkardım, orada da röportaj yaptım. Ankara Sanayi Odası’nın ASO Medya dergisinde de röportaja devam ettim. 2009 yılında ise Sayın Başkan’ın ve rahmetle andığım Cemiyet Başkan Yardımcısı Kemal Karacehennem’in davetiyle bu göreve geldim.”
Gazanfer Kunt ve Cüneyt Arcayürek’le röportaj
Röportaj sözcüğünün Latince kökenli olduğuna işaret eden Dedeoğlu, sözcüğün dikkat çeken ve merak edilen kişi, yer, olay, eser gibi pek çok şeyi kapsadığını belirterek, haberin kısalık ve objektiflikle öne çıkarken; röportajın ise konuyu değişik ve çeşitli yönleriyle ele alması ve yazarın yorumunun da katılarak öyküsel oluşuyla dikkat çektiğini söyledi. Röportajın genellikle yapılacak kişinin evinin de gerçekleştiğini kaydeden Dedeoğlu, “Çünkü size belge, fotoğraf gibi pek çok şey gösterilebilir” dedi. Röportaj öncesi fikri hazırlığın önemine değinen Dedeoğlu, kılık kıyafete özen göstermenin ve toplumsal hayatta geçerli olan bir takım kuralların röportaj için de önemli olduğunu söyledi. Röportaja zamanında gitmenin elzem olduğunu vurgulayan Dedeoğlu, bu konuyu pekiştirmek için Cüneyt Arcayürek’le olan röportajını örnek verdi. Dedeoğlu şöyle anlattı:
“Rahmetli Kemal Karacehennem ile ilk başladığımızda, bana söylenen ilk isim İzmir’de oturan ve benim tanımadığım Gazanfer Kunt’tu. Kunt, 1960 yılında Ankara’da gazete sahibiyken, tüm malını satıp eşiyle Bodrum’a gitmiş, tüm koyları dolaştıktan sonra, en son Torba’da karar kılıp, oraya ilk evi yaptırmış. Röportajı yaparken 90 yaşındaydı ve bana fotoğrafları gösterirken, 1951 yılına ait olan Cüneyt Arcayürek’le fotoğrafını da gösterdi. Ben o fotoğrafı Ankara’da taratırken, bir de fazladan kopya yaptırdım çünkü Cüneyt Abi ile röportaj yapmak istiyordum. Cüneyt Abi, yüksek sesle konuşan, her an ters tepebilen bir abimiz, Hürriyet ve Milliyet’te beraber çalıştık ama her an her şey olabilir.
Fotoğrafı aldım, Cumhuriyet’in Ankara bürosuna gittim, sekreteri fotoğrafı bırakmamı söyledi ama ben ‘Belki bir şey sorar’ diyerek, bekledim. Yarım saat sonra sekreter fotoğrafla içeri girdi, ‘Ne? Kimmiş? Ne istiyor?” diye yüksek perdeden sesini duydum ama hemen aralık kapıdan içeri daldım. Derdimi anlattım, sekretere de not bırakmıştım, aradan epey zaman geçti. Sonra, Başkan onunla 29 Ekim 2009 resepsiyonunda karşılaşınca, ‘Röportaj yapalım, kitap olacak’ diyor. Yani Başkan, bu kararı ben daha ilk röportajımı yaptığım gün vermiş.
Aradan 10 yıl geçti, kitap oldu…
Bir süre sonra Panora’da eşiyle birlikteyken rastladım. Samimi bir şekilde selamlaştıktan sonra, ‘Yarın sekreterimi ara’ dedi, aradım, adresi aldım ve evine gidiyorum. Ben bilmediğim yere gidiyorsam, randevudan en 20 dakika önce giderim, biliyorsam 5 dakika önceden orada olurum ama dediğim saatten iki dakika önce de zili çalarım. Gittim, tam zile basmamla birlikte telefonum çaldı, sekreter, ustanın röportajı başka gün yapmak istediğini söylerken, ben kapıdan, ‘Cüneyt Abi kapıdayım’ dedim ve içeri kabul etti. Yani vaktinde orada olmak anlamında önemli, eğer ben Turan Güneş’ten şimdi döndüm, az kaldı’ desem bitmişti o iş.”
Nezaket ve Mete Akyol örneği
Dedeoğlu, röportaj sorularının kısa ve net olması gerektiğini, sorgulayıcı değil, kibar ve bilgi almaya yönelik bir dil kullanmanın önemli olduğunu belirterek, röportaj ustalarından Mete Akyol’un yaşadığı bir olayı paylaştı:
“Özal ailesi ülkemizde istenmeyen bir duruma gelmişti. Her türlü olayın altından Turgut Özal’ın çocukları çıkıyordu. Özal ölünce bir gazeteci, kızı Zeynep Özal’ın İsviçre bankalarındaki hesap dökümünü çıkardı, ortalık iyice karıştı. Mete Akyol ve Reha Muhtar’ın aileyle röportaj yapması istendi. Mete Akyol, sadece kendisinin yapacağını söyledi, canlı yayında nefesler tutuldu, herkes izledi ama sonrasında hem basın hem de halk Mete Abi’yi linç ettiler. Mete Abi de pişman oldu, oysa o her zamanki gibi nezaketle sorup bilgi almaya çalışıyordu. Fakat halk yakasına yapışmasını istiyordu. O nedenle, ‘Nezaketten kırıldınız’ gibi eleştiriler yapıldı. Oysa röportajda sertliğe ve kabalığa gerek yok.
Röportaj ustaları
Dedeoğlu, röportaj yazarken önce konuyu kısaca özetlemek gerektiğini ve kısa cümlelerle birinci şahıs ağzından yazılması gerektiğini dile getirdi. Fotoğraf gibi belgelerle desteklenen röportajların belgesel türe girdiğini de belirten Dedeoğlu, son dönemki röportajlara ilişkin şu eleştiride bulundu:
“Son 30 yıldır röportaj tekniği garipleşti, soru cevap şekline girdi. Girişi nerede? Hikâye edilmesi hani? Ayşe Arman’la popüler oldu ama bizim yazdığımız röportajdan daha kolay, soruyu sor, tırnak aç, denileni yaz. Biz ise hikâye edip uzatıyoruz.”
Röportajın 1950’li yıllarda başladığını ve pek çok ustanın olduğunu belirten Dedeoğlu, “Hikmet Feridun Es’in, 1951 yılında TSK ile Kore’ye gittiğini ve gün gün yazıp fotoğraflayarak, tefrika hâlinde yayınladığını söyledi. Yaşar Kemal, Fikret Otyam, Mete Akyol ve Eşref Kemal gibi isimleri de zikreden Dedeoğlu, her konuda röportaj yaptığını söyledi.
Beyaz “döner”
Dedeoğlu, röportaj anılarının arasında, Renk ilavesinde çalışırken yaşadığı birkaç olayı da paylaştı. Dedeoğlu şu sözlerle anlattı:
“Sakarya Caddesi’nde öğle yemeği yiyeceğiz, yıl 1985. Her yerde kırmızı et dönerler asılı ama bir dükkânda da beyaz etli bir döner göze çarpıyor. ‘Bu ne?’ diye sorduk, ‘Tavuk döner’ dedi usta. Bir iki saat sonra gelirim dedim, makinemi alıp döndüm. Köşem Piknik, İrfan Usta… Tavuk döner yapmış, et pahalanıyor, tavuk üretimi bollaşıyor. Önce derisiyle yapmış, sonra başka şey denemiş… Bu röportajı yaptığımda Milliyet 230 bin satıyordu ve kimse de çıkıp, bize ‘Ben de tavuk döner satıyorum’ demedi.
Ancak bir tarihte, Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi dekanının eski tip, kapanan bir eczanenin ahşabını ve diğer malzemelerini aynen alarak fakültenin girişine koyması beni çok etkileyince haber yaptım. Haber de güzel patladı ama İstanbul’dan birileri aramış, ‘İşte biz insan sağlığı için uğraşıyoruz, ilik nakli yapıyoruz, bizi haber yapacağınıza, gidip boş işleri haber yapıyorsunuz’ diye. ‘Peki’ dedim, gittim. Gerçekten de ‘Sağlıkta neler oluyor?’ başlığıyla verdim. Bu sefer de Ege Üniversitesi arıyor, bu konuda bölüm açtıklarını, bir senedir yürüttüklerini söylüyorlar, ona da İzmir’deki muhabir arkadaşımız gitmişti. Tavuk döner meselesi gibi olmadı yani…”