Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında gerçekleştirilen online söyleşide “Mülteci Dosyası” konuşuldu. İGAM (İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi) Başkanı Metin Çorabatır’ın moderatörlüğünü üstlendiği etkinliğin konuşmacısı ise Türk Alman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Erdoğan oldu.
Söyleşinin açılış konuşmasını yapan M4D Proje Koordinatörü Yusuf Kanlı, mültecilik konusuna önyargılı yaklaşıldığını belirterek, kimsenin isteyerek ülkesini terk etmeyeceğini ve söz konusu durumun insani dramlara sebep olduğunu ifade etti. Kanlı, ayrıca Gazeteciler Cemiyeti’nin 75. ve M4D projesinin ikinci yılını doldurması sebebiyle, Ocak ayında beş gün sürecek online konferanslar dizisine ev sahipliği yapacaklarını da duyurdu.
Söyleşinin moderatörlüğünü yürüten Metin Çorabatır, Türkiye’de dört milyonunun üzerinde sığınmacı bulunduğunu ve Türk hukukuna göre farklı statüde olsalar da, uluslararası hukuk açısından mülteci sayılabileceklerini belirtti. Her ülkede olduğu gibi mültecilik konusunda sıkıntıların olduğunu vurgulayan Çorabatır, bilgi eksikliğinin nefret söylemine yol açabildiğini ve bu nedenle bir takım aleyhte siyasi kararlara kapı aralandığını ifade etti. Çorabatır, gazetecilerin ise haber yaparken hangi uluslararası referansları dikkate alacaklarını bildikleri takdirde daha doğru söylemler kullanacaklarını belirtti.
Çorabatır, “Medyada, artık kalıcı olacakları belli olan sığınmacılarla nasıl bir toplumsal uyumun sağlanacağı konuşulmalı…”
Çağdaş mülteci hukukunun 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967’de tadilata uğrayan protokol ile ele alındığını ifade eden Çorabatır, söz konusu belgeleri dikkate almanın gerekliliğine işaret etti. 1951 sözleşmesinde, mülteciliğin ırk, din, siyasi duruş ve bir sosyal gruba mensubiyeti nedeniyle ülkesinde zulüm göreceğine ilişkin haklı sebepler taşıyarak, kendi ülkesinin korumasından yararlanamayanlara verildiğini dile getiren Çorabatır, “Kendi ülkenizde mülteci olamazsınız” dedi.
Sözleşmenin 33. maddesinde ise “Zulüm göreceğine inanan hiçbir kimsenin zorla ülkesine geri gönderilemeyeceği” ilkesinin olduğunu belirten Çorabatır, mültecilik statüsü alanların o ülke vatandaşları gibi haklara sahip olduğunu ve bu sayede sürekli yardımla ayakta durmalarına gerek kalmadığını kaydetti. Bunun bir kalıcı çözüm olduğunu söyleyen Çorabatır, “İkinci olarak da sığındığı ülkede belli bir süre sonra vatandaşlık hakkı verilmesi de söz konusudur” dedi.
Çorabatır, sığınmacılarla yaptıkları görüşmeler sonucunda, sığınmacıların eskiye oranla hayatlarından daha memnun olduklarını ve eğitim, sağlık, çalışma izni gibi konularda en başından itibaren devletçe fırsat verildiğinin altını çizdi. Toplumsal uyuşmanın sadece eğitimle aşılamayacağını savunan Çorabatır, Türk medyasında da en fazla tartışılan konunun, “Ülkelerine geri dönerler mi?” sorusu olduğunu vurguladı.
Çorabatır şöyle konuştu:
“Türk hukuku açısından, sığınma başvurusu yapanların mülteci mi, geçici koruma altında oldukları mı ya da misafir mi oldukları gibi kavrma çokluğu var. Bunun bir nedeni de 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde Türkiye’nin coğrafi kısıtlaması yer alıyor. 2013 yılında geçen yasayla yeni kavramlar yaratıldı ve bu nedenle mülteciye kanunda mülteci demiyorsak, neden aldık? Gibi bir soru ortaya çıkıyor. Halbu ki uluslararası hukuk açısından, biz mülteci dediğimiz için değil, zaten mülteci oldukları için bu adı kullanırız ve statü veririz. 1951 sözleşmesinde mültecinin gittiği ülkenin yasalarına uyma zorunluluğunun yanı sıra, devletin de sorumlulukları yer alır ve bunlardan biri de serbest dolaşım hakkıdır. Bu durum, Türkiye’de kendiliğinden oluştu. Mülkiyet hakkı, eğitim hakkı gibi vatandaşa verilen hakların verilmesi söz konusu…
Savaş nedeniyle bu kişilerin çoğu düzensiz, yani pasaport ve vizesiz geldiler. Yine sözleşmeye göre sınırı geçmede pasaport kuralı çiğneniyorsa, cezalandırılmaz ve bu nedenle Türkiye de geri gönderme hakkı olmama ilkesinden yola çıkarak sınırlarını açtı ve ‘İstediğiniz kadar kalın’ dedi. 10 yıl geçti ve çoğu kayıt dışı çalışıyorlar. Pandemi ise negatif etkilese de, bu yönde çok da sağlık hizmeti almadıklarını biliyoruz. Medyada, artık kalıcı olacakları belli olan sığınmacılarla nasıl bir toplumsal uyumun sağlanacağı konuşulmalı…”
İGAM (İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi) Başkanı Metin Çorabatır
Çorabatır, “Referansımız uluslararası hukuk olmalı”
Türkiye’nin sığınmacılara kendi geleceklerini görebilmeleri için statü tanıması gerektiğinin altını çizen Çorabatır, muhalefet iktidar olsa da, aynı sorunun devam edeceğini ve konunun kamuoyu önünde objektif şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti. “Referansımız uluslararası hukuk olmalı” diyen Çorabatır, sisyaseti oluşturanların, yerel yönetimlerin ve medyanın etkili olduğunu belirtti.
Mülteci ile düzensiz göçü ve göçmen ile mülteciyi ayırmak gerektiğini sözlerine ekleyen Çorabatır, “Bir başka ülkede göçmen olan kişi, o ülkenin yasalarına uygun olarak çalışır ve o ülkenin vatandaşı olup olmayacağı kendi inisiyatifindedir. Almanya’ya göç eden Türkler gibi… Cenevre Sözleşmesi’nde mültecilerin hızlı şekilde vatandaşlığa alınması tavsiye ediliyor ve sorunun çözümü, kutuplaşmanın aşılması da ancak bu yolla mümkün. Aksi halde, istenmeyen durumlara sebebiyet verebilir” dedi.
Erdoğan, “Dünyada 20 sene içinde mülteci sayısı 150 milyondan 272 milyona çıktı”
Söyleşinin konuşmacısı Prof. Dr. Murat Erdoğan, “Mültecilik, aynaya bakma şeklimiz” dedi. İnsani hareketlilik olan göçün herkese katkı sunduğunu ancak zorunlu göçün travma yarattığını ifade eden Erdoğan, dünyada 20 sene içinde mülteci sayısının 150 milyondan 272 milyona çıktığını belirtti. Dünya nüfusunun yüzde üçünü oluşturan bu sayı içinde, statü kazanan ve kendi ülkesinde yerinden edilenlerin de 80 milyona ulaştığını kaydetti. AB ülkelerinin göçmen alma konusunda sorun yaşamadıklarını ancak söz konusu mülteciler olduğunda kapılarını kapattığını dile getiren Erdoğan, mültecilerin ağırlıklı olarak “gariban” ülkelerde kaldığını vurguladı. Türkiye’nin en fazla sığınmacıya ev sahipliği yaptığını belirten Erdoğan, Türkiye’nin kendi içinde de bir göç hareketliliği olduğunu söyledi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 2011 yılına kadar 1.8 milyon göçmen ve sığınmacının geldiğini, ancak bu tarihten sonra 4 milyonu aşan bir sayıya ulaştığını kaydeden Erdoğan, ayrımcılık tartışmalarının toplumsal uyumla ele alınması gerektiğine dikkat çekti.
2014 yılından sonra sığınmacıların kente aktığını ve kampalarda 55 bin kadarının kaldığını ifade eden Erdoğan, “Türk toplumu ile ortak yaşam sürüyorlar ama bir takım rahatsızlıklar var” dedi. Sığınmacıların kalıcı olacaklarının kesinleştiğini ifade eden Erdoğan, yerel uyum sürecinin devreye sokulmasının gettolaşmanın da önünü keseceğini söyledi. Yılda 100 bin sığınmacı çocuğun doğduğunu ve gelecek dönemde düzensiz göçlerin de yaşanacağını kaydeden Erdoğan, 454 bin kişinin düzensiz göçmen olarak yakalandığını ama aynı oranda kişinin de ülkeye girdiğini tahmin ettiğini belirtti. Geçen yıl 200 bin Afgan geldiğini ve pandemi nedeniyle kesintiye uğrayan göçün devam edeceğini dile getiren Erdoğan, 2013 yılından beri sahada olduğunu ve Türkiye’de yeni bir sosyolojiyle karşılaştıklarını söyledi.
Türk Alman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Erdoğan
Erdoğan, “Türk toplumunun dayanışma azmi azaldı”
Erdoğan, yaptıkları anketlerden hareketle Türk toplumunda dayanışma azminin azaldığını ve her geçen daha da azaldığını vurgulayarak, “Kampa gönderilsin diyorlar. Sosyal mesafe ölçeği açılıyor ve bu uzaklaşmayı sahada görebiliyoruz. Gitmeyecek olsalar da bir arada huzur içinde yaşayamayız düşüncesi yaygın ve tüm parti seçmenleri benzer görüşte” dedi.
Erdoğan, sığınmacıların iki yıl öncesine kadar daha mutlu ve güvende hissettiklerini, yüzde 37’sinin çalıştığını ve kayıt dışı da olsa, 1 milyon kişinin çalışabildiğini söyledi. 10 milyon Türk vatandaşının da kayıt dışı çalıştığına dikkat çeken Erdoğan, “Hiçbir şekilde ülkeme dönmeyeceğim diyenlerin oranı iki yıl önce yüzde 16’yken, şimdi yüzde 51 ve savaş bitip, istediği yönetim gelse de giderim diyen sayısı yüzde 60’tan yüzde 30’a düştü” dedi. Çoğunun Türk vatandaşlığı almak istediğini belirten Erdoğan, medyanın tutumunu da şöyle değerlendirdi:
“Hacettepe medya çalışması, görsel ulusal ve yerel medya ile sosyal medyayı ele aldı ve üç yıl önce CNN, NTV gibi kanallarının meseleyi ele alışlarıyla şimdiki tutumları çok farklı. Aslında Türkiye’de medya bu konuyu kötü de ele almadı, sığınmacılardan ziyade hükümet eleştirildi. Hükümete yakın olup olmamaları da bunda belirleyici. Yazılı medyada ise mültecilik konusu hak ettiği değeri hiç bulamadı. Oysa 4 milyon insan giriyor ülkeye ve olay analiz edilmiyor. Yerel medyada daha çok işlendi ama daha çok sığınmacıların yoğun olduğu yerlerde yapılan yardımlar bazında… Sosyal medya ise problemli bir alan, ayrımcılık sürekli başka gruplar üzerinden yapılıyor, o yüzden değerlendirmeye alınabilir mi bilmiyorum. Sadece içinde sığınmacıların olduğu bir olay varsa gündem oluyor, konunun hakkı verilmiyor.”
Temel kaygısının toplumsal uyum olduğunu dile getiren Erdoğan, hak temelli anlayışla benimsenmesi gereken konunun, herkes için bir sistem oluşturulmasıyla neticilendirilmesi gerektiğini belirterek, “Mülteciler üzerinden aynaya bakıyoruz” dedi. Yerel yönetim, STK ve medyaya iş düştüğünü kaydeden Erdoğan, coğrafi kısıtlamayı sadece Kongo, Monako, Madagaskar ve Türkiye’nin uyguladığını ve “Geri göndeririz” gibi siyasi söylemlerin de sığınmacıların toplumun bir parçası olmasını engellediğini ifade etti. Söz konusu uyum sürecinde sadece devletin değil, toplumun da görevleri olduğunu hatırlatan Erdoğan, vatandaşlık verilen Suriyeli sığınmacı sayısının 110 bin civarı olduğunu aktardı.
“Erdoğan, “‘Al evine götür o zaman’ diyenler oluyor, bu sağlıklı bir bakış açısı değil”
Nitelikli iş gücüne sahip olan sığınmacıların da değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Erdoğan, üç yıl önce dört bin Suriyeli hekim varken, şimdi binin altında olduğunu kaydetti. Vatandaşlığın, üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri gibi kişilere sağlandığını belirten Erdoğan, hızlı nüfus artışı tartışmaları için de şunları söyledi:
“Popülist politikalarla sığınmacıların çocuk artışı vurgulanıyor ama aynı şeyi Almanlar da Türkler için söylüyordu. Genel bir sorundur bu ama her geçen gün sayı azalacak. Çünkü kentlileşme arttıkça çocuk sayısı da azalır, Türkiye içinde de böyledir. Bu konuda endişe edilmemeli ama Türkiye kendi içinde de çok gergin bir toplum ve laiklik, Kürt sorunu gibi toplumsal çatışma alanları var. Eğer doğru bir politika üretemezsek, Suriyeli sığınmacılar da ayrı bir çatışma konusu olacak. Doğal olarak göçmenler her yerde birbirine kenetlenir, özellikle kendini farklı hissettirilen gençler farklı reaksiyonla gösterebilir gelecekte. Türkiye’ye en büyük maliyeti ırkçılık olur. Hem Türkiye vatandaşları hem de onların kendi içinde geliştirdikleri milliyetçilikle paralel gettolaşma. Sosyal mesafenin artması her geçen gün bunu sağlıyor.
Türkiye’de minumum 300 bini aşan Sudanlı, İranlı, Iraklı, Afgan var ve özellikle Afganlar konusunda Türkiye sınır güvenliğini de sağlamalı, aksi halde insani karar veremez. Savaş var diye insani bir politika izledik ama her şeyi kendi başına bırakamazsınız çünkü siz kendi vatandaşlarınıza karşı da sorumlusunuz. Bu nedenle, konu hakkında eleştiri yapan herkese de faşist dememek lazım.”
Erdoğan, batı ülkelerinin sınırlarını korumak için insani bakış açısını umursamadıklarını ve uluslararası hukukun da bu konuda bir yaptırımı olmadığını vurgulayan Erdoğan, “Uluslararası hukukun eli kolu bağlı. Biz tabii ki alacağız bu insanları ama önünde sonunda bir kontrol mekanizması sağlanmalı. Dünyada göçmen demek kaynak demektir, Covid- 19 aşısını göçmen kökenli buldu ama göçmen ile mülteci ayrı şeyler. Dünyada her ülkeyi eleştirdik bu konuda ama şu an en uzun duvarı biz ördük… Bu işin romantik alandan çıkması lazım ve toplumsal olarak önce birbirimzile çatışmayı en aza indirmeliyiz. Tabii ki farklıyız ama kendi içimizde meseleyi makul bulup bu insanlara şans vermeliyiz, sevmeyi öğrenmeliyiz. Bu konuyu tartışırken, ‘Al evine götür o zaman’ diyenler oluyor, bu sağlıklı bir bakış açısı değil” dedi.