“Gazetecilik Mesleğinde Hukuki Çerçeve” başlıklı online söyleşi düzenlendi

2021-06-12 09:00

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında gerçekleştirilen online söyleşilerin bu haftaki konuğu Avukat Fikret İlkiz oldu.

Gazeteci Duygu Güvenç yönetiminde gerçekleştirilen “Gazetecilik Mesleğinde Hukuki Çerçeve” başlıklı online söyleşide, gazetecilik mesleğinin hukuki yönü tartışmaya açıldı.
Söyleşi kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün basın mensuplarının kolluk güçlerinin görevlerini icra ederken ses ve görüntü almalarını engelleyen genelgesi, basın kartı yönetmeliği, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın görev ve sorumlulukları, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü ortamı ile bu anlamda yargıya taşınan davalar konuşuldu.
 

Avukat Fikret İlkiz kimdir?
1982-2004 yıllarında Cumhuriyet Gazetesi Avukatı ve Hukuk Danışmanı olarak çalışan Fikret İlkiz, 1997-2002 arasında ise Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürüttü. İstanbul Barosu Dergi Yayın Kurulu üyeliği (1992-2003), İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi (SEM) Kuruculuğu ve Yürütme Kurulu üyeliği, SEM “AİHS ve Bireysel Başvuru” Bölüm Başkanlığı (1996-2002), Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma Uygulama Merkezi Yürütme Kurulu üyeliği (2002-2005) bulunan İlkiz, Basın Konseyi Hukuk Danışmanlığı ve Genel Sekreter Vekilliği (1992-1996) görevlerinde de bulundu. Halen İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olarak ders veren İlkiz, aylık yayınlanan Güncel Hukuk Dergisi’nin Genel Yayın Koordinatörlüğünü de yürütüyor. Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı ile İnsan Hakları Kurumu Vakfı kurucu üyesi ve Umut Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olan İlkiz, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onursal Üyesi olup Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1998 Basın Özgürlüğü Ödülü’nün de sahibidir. 2009-2011 yıllarında Genel Sekreterlik görevini yürüttüğü Türk Ceza Hukuku Derneği’nin 2012 yılından itibaren başkanı olarak çalışmalarını sürdüren İlkiz, “Parçalanmış Adalet/Türkiye’de Özel Ceza Yargısı” adlı kitapta ‘Terörle Mücadele Kanunu ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Üzerine’ inceleme yazısı ile “İfade Özgürlüğü İlkeler ve Türkiye” adlı kitapta ‘İfade Özgürlüğü ve Yeni Basın Yasası’, başlıklı yazıları yayımlandı. İlkiz ayrıca IPS İletişim Vakfı Yayınları’ndan “İfade Özgürlüğünün On Yılı 2001-2011” adlı kitaba “Geçmişten Günümüze İfade Özgürlüğü ve Basın” başlıklı yazısıyla da katkıda bulundu.

Söyleşinin açılış konuşmasını yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Direktörü Yusuf Kanlı, “Bizi savunan, kendimizi nasıl savunacağımızı anlatan, yol gösteren değerli üstadımız Fikret İlkiz aramızda. Kendisi gazetecilik mesleğinde hukuki çerçeveyi anlatacaktır. Çağdaş Gazeteciler Derneği girişimleriyle basın kartı yönetmeliği kısmi iptal oldu. Yeni bir genelge çıktı, basın meslek örgütleri olarak genelgeyi incelediğimizde buna karşı çıktık. Çünkü bu genelde Danıştay dinlenmedi, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı yok sayıldı, keyfi ön görülmez bir sistemle basın kartı veriliyor diyerek tekrar Danıştay’a dava açtık. Aynı şekilde Gazeteciler Cemiyeti olarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün basın mensuplarının ses ve görüntü almalarını, görevlerini yapmalarını engelleyen genelgeyi hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal istemiyle Danıştay’a taşıdık. Basın meslek örgütlerinin bu anlamda örgütlü mücadele vermesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
Söyleşinin moderatörlüğünü yapan gazeteci Duygu Güvenç, “Kamuoyu onu Cumhuriyet Gazetesi davasıyla duydu ama kendisinin birikimleri Türk basın tarihinde çok önemli bir yere sahip. RTÜK’ün kuruluş aşamasındaki kanuni düzenlemelerde bulundu, NTV hukuk danışmanlığını yürüttü” diyerek, Gazeteciler Cemiyeti’nin Danıştay’a açtığı davaya değinerek, İlkiz’in bu genelge hakkındaki değerlendirmesini sordu.
 

“Emniyet Genel Müdürlüğü halkın haber alma hakkına mani olamaz”
“Gazetecilerin mahallesinde doğup büyüdüğüm için avukatlıkta da gazetecilerin mahallesinde olup bitenler dışında bir şeyden çok anlamıyorum” diyerek sözlerine başlayan İlkiz, genelgenin yayınlandığı 21 Nisan tarihinden hemen sonra başta İstanbul olmak üzere ülkenin farklı yerlerinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla gerçekleştirilen eylemlerde basın mensuplarının uğradığı engellere değinerek, “Her ne kadar bu genelgeyle ilgili kanuni bir dayanak olmadığını belirtsek de 1 Mayıs’ta genelgenin nasıl uygulamaya konduğunu görmüş olduk. Eylemlerde pek çok kişinin ses ve görüntü almasına engel olundu. Gazetecilerin ses ve görüntü alması engellendi. Bu genelgenin gerekçesinde gizliliğin ihlali söz konusudur, kişisel verilerin korunması kanunu gereğince genelgenin çıkarıldığı belirtildi. Kişisel verilerin korunması kanununa, anayasaya bakınca Emniyet Genel Müdürlüğü’nün böyle bir hakkı yok. Ses ve görüntü almasını engellemek üzerine kendisine verilen bir yetki yok. Tam aksine Emniyet Genel Müdürlüğü halkın haber alma hakkına mani olamaz. Görüntü alınmasını engellemek yerine bunu engelleyenlere karşı durması gerekiyor. Bu çerçevede bakınca ne anayasanın 20’inci maddesindeki özel hayatın gizliliğinin korunması ne de bununla bağlantılı olarak kişisel verilen korunması gibi bir kavram burada geçerli olan bir kavram değil. Uygulanması mümkün olmayan bir genelge ile kişilerin haber alma hakkının engellenmesi mümkün değildir. Bu konuyla ilgili açılan davaların sonuçlarının ne olacağını henüz bilmiyorum ama bence kişisel verilerin korunması ile ilgili kanuna dayandıklarını söylemelerine rağmen kişilerin haber alma hakkını engellemeleri mümkün değil. Doğrudan doğruya idare mahkemesi tarafından bu konuya bakılırsa genelgenin ortadan kaldırılması gerekir. Genelge açıkça anayasaya aykırıdır, hiç kimsenin haber alma, bilgi edinme hakkı engellenemez. Anayasanın 28’inci maddesine göre genelge ile basına yasak konulamaz, genelge ile yasak koymak anayasaya aykırıdır ve yasaktır” dedi.
 

“Herkese göre yönetmelik ve genelgelerle idare edilen ülke haline gelmek üzereyiz”
Toplantı, gösteri ve yürüyüşlerin anayasaya göre izin alınmaksızın yapılabilmesinin ifade özgürlüğünün en üst normu ve göstergesi olduğunu hatırlatan İlkiz, anayasal hakkını kullananların korunması gerektiğini belirtti. İfade ve basın özgürlüğüne ilişkin AYM ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınan davalar hakkında bilgi veren İlkiz, “Türk hukuk sisteminde toplantı, gösteri ve yürüyüş yasasında hala bu etkinliklerin izin alınması gerektiği belirtiliyor, bu doğru değil. Türkiye’de iç hukuk yolları mutlaka denenmeli, hukuka anayasaya aykırı görülen genelgeler yönetmelikler ve KHK’lar gazetecileri ilgilendiriyorsa meslek örgütleri tarafından yargıya taşınmalı. 2020 yılı verilerine bakınca AYM’ye yapılan ilk üç sıradaki başvurularda adil yargılama başlığı altında hak ihlallerini görürsünüz. Türkiye’de insanlar adil yargılama hakları ihlal edildiği gerekçesiyle AYM’ye başvuruda bulunuyor, 9 bin 39 ihlal kararı var. Mülkiyet hakkı konusunda ise 2 bin 764 ihlal kararı var. İfade özgürlüğü konusunda 605 ihlal kararı var. AYM’de şu an hak ihlali nedeniyle 62 bin dava var, Türk hukuku bu. Davaları yan yana getirip AİHM kararlarına baktığınızda ise Türkiye ikinci sırada. Hak ihlalleriyle ilgili iklim bu. İnsan haklarının çürütülmesi yoluyla, hukukun üstünlüğünün ortadan kaldırıldığı ülke yaratıldığı andan itibaren zaten ifade özgürlüğü veya AİHM ile ilgili kararlar olmak üzere biz ikinci ülke haline geliriz. AİHM’ye 11 bin 750 başvuruda bulunmuşuz. Bu başvurular da iç hukuk yolları tüketildikten sonra yapılan başvurular. Demokrasinin üstünlüğünün sağlandığı hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir ülkede genelge ile bir düzenleme yapmazsınız. Herkese göre yönetmelik ve genelgelerle idare edilen ülke haline gelmek üzereyiz. Haber dolaşım haklarının önündeki engelleri kaldıracaksınız, ne kadar engel ve sınırlandırmanız yoksa o kadar demokratik ülke sayılırsınız, sınırlandırmanız çoksa demokratik ülke değilsinizdir. Türkiye demokratik ülke olmaktan süratle uzaklaştığı için insan haklarından başlanarak Türkiye neden bu halde sorusunu sordurmak suretiyle içinde bulunduğumuz durumu da soru içinde cevabı olan sorularla yaşamaya başladığımız için durum budur” değerlendirmesinde bulundu.
“Yayın yasağı koymak yasaktır”
İnsanların basın ve ifade özgürlükleriyle ilgili hiçbir sınırlamanın demokratik toplum düzenine uygun olmadığını vurgulayan İlkiz, “Basın hürdür sansür edilemezin yanında, devletin, basın hürdür sansür edilemez basın yayın özgürlükleriyle ve haklarıyla ilgili olmak üzere bir sınırlandırma getirmemesi gerekir. Bu sınırlandırmalardan ne anlamalıyız? Haber ve düşünce kanaatlerinin serbestçe dolaşması bakımından siyasal, toplumsal, ekonomik bir sınırlandırma yapmayacaksınız, bu kadar basit. Bu kadar basit olan şeyi devlet gücü olarak kullanmaya başladığınız zaman sınırlandırırsınız. Devlet gazetecileri sevmez. Kişilerin özel yaşamını korumak diye bir hüküm var ben özel yaşamı koruyorum diyorsunuz da ‘kamu alanında müdahale etmek kişilerin özel yaşamı mıdır?’ aksine kamu alanında meydana gelen tüm olayların izlenmesi, sesin alınması, görüntünün kaydedilmesi, fotoğraflanması, bunların habere dönüştürülmesi ve tartışmaya açılması anayasada tanınmış temel haklardır. Anayasada 28’inci madde yayın yasağı koymak yasaktır diyor. O halde insanların basın ve ifade özgürlükleriyle ilgili hiçbir sınırlama demokratik toplum düzenine uygun değildir” dedi.
“Gazetecilerin basın kartına da ihtiyacı yoktur”
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte İletişim Başkanlığı’nın kurulması sonrasında basın kartı yönetmeliğinin değişmesi ile pek çok gazetecinin mevcut basın kartının yenilenmemesi, muhalif gazetecilerin ise basın kartını kaybetme endişesiyle karşı karşıya kalmaları konusunda değerlendirmede bulunan İlkiz, basın kartının gazeteciler tarafından verilmesi gerektiğini ve gazetecilerin basın kartına ihtiyaçları olmadığını söyledi. İlkiz, “İletişim Başkanlığı kuruldu, bu kurum elbette sadece basın kartlılarını dağıtmak için kurulmadı. Kuruluş amacında Cumhurbaşkanının talimatlarını yerine getirmek üzere ibaresi de yer alıyor, başkanlığın temel görevi basın yayın dünyasını Cumhurbaşkanlığı talimatları çerçevesinde düzenlemek. Böyle olunca da gazeteciler; sizin deyiminizle ‘makbul gazeteciler’ ve ‘makbul olmayan gazeteciler’ olmak üzere ikiye ayrılıyor. Makbul olan gazetecilerin Türkiye’de gazetecilik yapmaları konusunda bir problem yok. Gazetecileri zaten siyasal iktidarlar sevmezler, mafya da sevmez, yolsuzluk yapanlar da, suç işleyenler de. Çünkü gazetecilerin temel görevi kamuoyu bekçiliğidir. Tehlikeli bir işi yapan meslek grubusunuz. Sadece yazdığınız haberler nedeniyle dünya üzerindeki başka iktidarlar da sizi sevmezler. Değişen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine bağlı olan İletişim Başkanlığı’nın görevi de bu sistem gereği hareket etmektir. İlk iş elbette basın kartlarını düzenlemektir. Eskiden basın kartları komisyonunda karar sahibi olan gazeteciler vardı, bu sistemden vazgeçildi. Bir gazetecinin makbul olup olmadığı basın kartı taşıyıp taşımamaya hak kazanmasında başkanlık karar merci haline geldi. Daha tehlikeli aşaması ise, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki ‘terör propagandası’ suçu bakımından açılan davalarda, kişinin gazeteci olup olmadığı İletişim Başkanlığı’na soruyorlar. İletişim Başkanlığı da o kişinin basın kartı yoksa eğer ‘basın kartı taşımamaktadır’ diyerek kişinin gazeteci olmadığını belirten bir cevap veriyor. Bu herhangi bir şekilde karar verecek olan yargının tarafsızlığına yürütmenin müdahalesidir. Gazeteci değildir demek o kişinin yapmış olduğu savunmayı etkiler. Bir gazetecinin gazeteci olup olmadığına karar veren gazetecilerin kendisi ve kamuoyudur. Mutlaka sarı basın kartı taşıyan gazeteci gazeteci değildir, basın kartı olmadığı halde gazeteci olan, basın kartı istemeyen veya sarı basın kartı sahibi olmaktan vazgeçen gazetecileri düşünüp değerlendirdiğinizde mutlaka sarı basın kartına sahip olmamak gerektiğini bunun hak edilmiş gazetecilik anlamında ya da kamuoyu bekçiliği görevine getiren gazeteciler olarak anlamanın önemini kavramak gerekiyor. Bu anlamda dava açılmalı, idari davadan sonuç alınmazsa AYM’ye gidilmeli oradan da sonuç alınmıyorsa AİHM’ye gidilmeli ve mutlaka sarı basın kartının aslında gazetecilik mesleğinden kaynaklandığını ve buna sahip olmanın gazetecinin temel hakkı olduğu ve devletinde bu görevi yerine getirirken bu nedenle basın kartı verme mecburiyetinde olduğunu kabul etmesi gerekir. Basın kartları gazeteciler tarafından verilmelidir, bu anlamda Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ya da İletişim Başkanlığı’na ihtiyaç yoktur, bana göre gazetecilerin basın kartına da ihtiyacı yoktur” diye konuştu.
 

“Toplumun henüz gazetecileri koruma refleksi yok”
Gazetecilerin kamuoyu bekçiliği görevi dolayısıyla korunması gerektiğini ifade eden İlkiz son olarak, “Basın kartıyla ilgili kaynağa baktığınızda İletişim Başkanlığı diye bir başkanlık basın kartı dağıtamaz, asıl sorun bu. Toplumun henüz gazetecileri koruma refleksi yok. Asıl mesele, haber dolaşımının önündeki sınırları kaldırmak, Türkiye’de ifade özgürlüğünü sağlamaktır. Sadece gazeteciler üzerinden bir basın özgürlüğü ya da basın özgürlüğüyle ilgili tartışma yapmak değil, herkesin ifade özgürlüğü konusunda mücadele etmesi gerekiyor. Gazetecilerin eleştiri yapması, yolsuzlukları açığa çıkarması, gündem yaratması imtiyaz değildir, hukuka uygun davranmaktır. Gazeteciler haber yapmazsa hukuka aykırı davranmış olur, haber yaparsa hukuka uygun davranmış olurlar. Gazetecilik mesleği bakımından konuyu masaya koyduğunuz anda kamuoyunun bekçiliği görevini yapan gazetecilerin daha fazla korunmaya ihtiyacı vardır. Bu korunmayı devlet yerine getirmelidir. Ancak bizde basın özgürlüğü hakkı, ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilmek suretiyle herkesin bütün temel hak ve özgürlüklerinin omurgası olan ifade özgürlüğü ortadan kaldırılmak suretiyle yaratılan iklimde basın özgürlüğü yoktur, ifade özgürlüğü de yoktur. Asıl tartışılması gerekli olan insanların ifade özgürlüğüne sahip çıkmasını sağlamaktır ve gazetecilerine sahip çıkmasını bilen toplum yaratmaktır. Gazeteciler kendilerini korumaktan vazgeçtikleri anda toplumda bu şekle dönüşür, gazetecili önemli mesleklerden biridir, belki bu düşünce bu mahallede doğmamdan kaynaklanan sübjektif bir ifadedir” dedi.