Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB) desteğiyle sürdürdüğü Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında bu hafta “Çevre ve Habercilik” konuşuldu. Moderasyonunu gazeteci Zeynep Gürcanlı’nın üstlendiği söyleşinin konukları; İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu ve Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Hazal Ocak oldu. Söyleşi kapsamında, çevre konularının haberleştirilmesi, iklim değişikliği ve çevre ile ilgili haberlerin kamuoyunda gündeme getirilmesi, çevre muhabirliğinde uzmanlaşma, medyanın öncelik vermesi gerekilen çevre konuları, Türkiye’nin çevre anlamında AB standartlarına uyumu ile 3. havalimanı, 3. köprü ve son olarak Kanal İstanbul özelinde projelerin hazırlanması ve uygulanması yönünde çevre kriterinin önemi tartışıldı.
Dr. Baran Bozoğlu ve Hazal Ocak kimdir?
Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı’nın açılış konuşmasının ardından konuklar hakkında bilgi veren söyleşinin moderatörü Zeynep Gürcanlı, “Dr. Baran Bozoğlu, 2005 yılında ODTÜ Çevre Mühendisliği bölümünde lisans, ODTÜ Kentsel Politika Planlama ve Yerel Yönetimler Bölümü’nde ise yüksek lisansını tamamladı. İklim değişikliği konusunda doktora tezini hazırlayarak, 2018 yılında doktor unvanı aldıktan sonra Çevre ve Orman Bakanlığı’nda görev aldı. 2016- 2020 döneminde TMMOB Çevre Mühendisleri Odası başkanlığını yürüttü. 2018 yılında kurduğu İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği’nin de başkanlığını yürütüyor. Gazeteci Hazal Ocak ise 2013’te İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun. 2012 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde gece muhabiri olarak mesleğe başladı, iki yıl sonra belediye muhabirliği yaptı. Cumhuriyet Gazetesi’nde İstanbul sayfası editörlüğünü üstlendi, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) tarafından 2015 yılı Behzat Miser ödülüne layık görüldü. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan kazandığı gazetecilik bursuyla 2016 yılında Alman Gazetesi Taz’da çalıştı. Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri kapsamında 2017 yılında ‘En İyi Genç Araştırmacı Gazeteci’ ödülü, ÇGD, 2017 Yılının Başarılı Gazetecileri Ödülleri kapsamında ‘Haber Ödülü’ne layık görüldü. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri kapsamında ‘ekonomi’ dalında ödüle layık görüldü. Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri kapsamında 2019 yılı birincilik ödülünü kazandı. Türkiye’nin en saygın gazetecilik ödüllerinden 2020 Sedat Simavi gazetecilik ödülüne ve son olarak Gazeteciler Cemiyeti ve Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı’nın (BIRN) Avrupa Birliği (AB) desteğiyle ortaklaşa düzenlediği ‘Batı Balkanlar ve Türkiye, Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri’ kapsamında jüri özel ödülünü aldı. İstanbul’a karşı işlenen rant suçlarını anlatan İhanet kitabını yazdı” dedi.
Bozoğlu, “Canlıların yaşadığı tüm hastalıkların kaynağı çevresel sorunlar”
Konuşmasına kısaca çevre tanımlaması yaparak başlayan Dr. Baran Bozoğlu, çevre haberciliğiyle ilgili öncelikli olarak gündeme getirilmesi gerekilen konular hakkında, “Çevre konusu yaşamın her alanını kapsıyor. Kentleşmeyle beraber üretim, tüketim ilişkisinde çeşitlenme özellikle sanayileşme devriminden sonra kentsel alanlarda çevresel problem oluşturmaya başladı. Maddi ve manevi kayıplar oluşturan her şey bizim için çevresel problem olarak adlandırılıyor. Canlıların yaşadığı tüm hastalıkların kaynağı çevresel sorunlardır. Kentleşme ve sanayileşme ile beraber ele aldığımız problemlerden biri kentsel alanda yaşanan sorunlar. Öte yandan iklim kriziyle beraber kırsal alandaki problemler de daha çok konuşulmaya başladı. Çevre konusunda medyanın öncelik vermesi gerekilen konuların başında iklim krizi, nefes alma, temiz su ve gıda geliyor. Şu anda benim gördüğüm en büyük çevresel felaket hava kirliliği. Türkiye’nin en büyük çevre problemi hava kirliliği buna direkt maruz kalıyoruz, kaçışımız yok. Ankara’nın hava kirliği probleminin yüzde 35’i ulaşımdan kaynaklanıyor, ulaşımda yapılacak seferberlik ile iyileşme sağlanabilir. Öte yandan son günlerde gündemdeki yerini koruyan müsilaj olayında da gördüğümüz gibi şu an Türkiye’de yüzey suları kirlendi. Göllerin, derelerin en az yüzde 75’i kirlenmiş durumda. Bu kirlilik içme suyu kaynaklarımızı da etkiliyor. Hava ve su kirliliği meselesinin bir an önce çözülmesi gerekiyor” bilgisini verdi.
Ocak, “Çevre haberleri ancak bir olay yaşanırsa gündem olabiliyor”
Türk basınının çevresel konularla ilgili haberlere bakış açısını ifade eden Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Hazal Ocak, kamuoyunun bu anlamdaki duyarlılığı hakkında “Çevre konusunun önemsendiğini düşünmüyorum, özellikle son dönemde bir görünürlük var ancak Türkiye gündemi o kadar yoğun ki çoğu zaman çevreye yer verilmeyebiliyor. İklim krizi gibi sorunlar somut olarak etkileri yoğun olarak hissedilmediği için her zaman göz ardı edilen konular ancak bir olay yaşandığında gündeme gelebiliyor. Çevre haberleri ancak bir olay yaşanırsa gündem olabiliyor. Örneğin Marmara Denizi’nin yıllardır kirlendiğini, oksijeni kalmadığını söylüyoruz ancak müsilaj sorunu ortaya çıkınca konuşulmaya başlandı. Termik santralleri konusunda herkes ciddi bir duyarlılık gösterdi. Çevre sakinleri, siyasiler, uzmanlar, gazeteciler adeta delil avcılığı yaptı ama her konu da bu tarz farkındalık olmayabiliyor. Toplumumuzun hafıza sorunu var, her şey çabuk unutuluyor. Fikri takip bu nedenle önemli, her fırsatta geçmişi hatırlatıyoruz, bu sayede bazı şeylerin değişme ihtimali de artıyor. Gazeteler de o kadar küçülmeye gitti ki ilk gözden çıkarılan muhabirler çevre muhabirleri oluyor. Çalıştığım gazete, Cumhuriyet çevre konusunda duyarlı, bu konudaki haberleri görüyor. Ancak yazı işlerinde eğer konu önemli değilse göz ardı edilebiliyor. Öte yandan bir reklam çatışması da var, eğer ilgili şirket veya iş insanı kuruma reklam vermişse aleyhteki haberlere yer verilmiyor. Bununla beraber medyada alan muhabirliği ortadan kalktı. Uzmanlaşmada asgari bilgiye sahip olup üzerine bir şeyler koymak gerekiyor. Uzmanlaşmanın her alan için önemli olduğunu düşünüyorum” dedi.
“Gündemde yer bulamıyoruz”
Medyada önceliklendirme sıralamasında çevrenin geri plana itildiğine dikkat çeken Bozoğlu, çevre haberciliğinde asgari düzeyde birikimin olması gerektiğine dikkat çekerek, “21 yıldır tüm çevre problemlerine ilgi duyan, inceleyen, 2011’de oda başkanlığı görevine geldiğimde Türkiye genelinde çevre problemlerinin yaşandığı bölgeleri yerinde ziyaret ederek, çevre sakinleriyle yerel basınla bir araya gelen biri olarak şunu söyleyebilirim; çok ciddi sıkıntılarımız var. Medyada önceliklendirme sıralamasında çevre geri plana itiliyor. Önemli raporlar hazırladığımızda gündemde yer bulamıyoruz. Çevre konusunda hassasiyeti yüksek insanlarız, raporlarımızın çalışmalarımızın toplumla doğru bir şekilde buluşmasını istiyoruz ancak basında yer bulmada zorluk yaşıyoruz. Diğer yandan birtakım çevre olayları patlak verince de bu kez yoğun bir ilgiyle karşılaşıp gelen taleplere cevap vermekte güçlük çekiyoruz. Çevre ve halk sağlığı konusunda doğru bilgiyi paylaşmak çok önemli. Çevre haberciliğinin kamuoyu oluşturma etkisini biliyoruz, Gezi Parkı, İkizdere, Kaz Dağları gibi olaylarda bunu hissettik. Gazeteciler pek çok alanla ilgilenmek zorunda kalıyor ancak çevre konusunda asgari bir bilgiye ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Gazetecilik eğitiminde biraz daha çevresel konuların üzerine düşülmesi sonrasında bu mesleği yapan arkadaşlarımızın doğru sorular sormasını sağlayabilir. Verdiğimiz bilginin doğru şekilde aktarılmasını istiyoruz” diye konuştu.
“Yönetmelikler revize edilerek, AB’ye uyumlu hale getirildi ancak yürürlüğe giriş tarihleri sürekli erteleniyor”
Çevre alanında mevzuat ve standartlarla ilgili gelişimin yaşandığını ancak buna karşın uygulamada sistematik olarak ertelemelerin görüldüğünü ilave eden Bozoğlu, kamu kurum ve kuruluşlarında çevre konusunda pek çok verinin paylaşıma açılmadığını belirtti. Bozoğlu, “Standartlar, mevzuatlar konusunda Türkiye’de gelişimin kaydedildiğini görebiliyoruz. Yönetmelikler revize edilerek, AB’ye uyumlu hale getirildi ancak yürürlüğe giriş tarihleri sürekli erteleniyor, uygulamaya geçilemiyor. Buradaki esas sorunda kısa vadeli bakış açısının olması. Orta ve uzun vadede planlama ile bu mevzuatı uyumlu hale getirecek politikalar geliştirmek gerekiyor. Özellikle seçim dönemlerinde çevresel denetimlerin yapılmadığını görüyoruz nitekim İstanbul’da müsilajla ilgili denetim beş yıldır yapılmamış, iki ayda binlerce denetim yapıldı, bugüne kadar neden denetlenmediğini bilmiyoruz. Şeffaflık problemi var, bilgi sadece gazeteciler değil bizlerle de paylaşılmıyor. Bir diğer sorun da ortada verinin bile olmaması. Milletvekillerinin bu konulardaki soru önergeleri ticari sır gerekçesiyle yanıtlanmıyor. Şeffaflık ve demokrasi sorunu yaşıyoruz. Bilgi edinme kanununu çıkarıp anayasal hak olduğunu tanımlayan yapıdan hiçbir bilgiyi paylaşmayan yapıya dönüştük” dedi.
“Bilgi verilmemesi konusunda adeta bir direnç var”
Haber kaynakları açısından kamu kurumlarından faydalanamadığını belirten Ocak da “Haber kaynaklarımız arasında öncelikle bölge sakinleri, uzmanlar, sivil toplum kuruluşları, çevre örgütleri ve açık kaynaklar yer alıyor. Bilgi alma konusunda en çok sorun yaşadığım haber kaynağı kamu kurumları. Bilgi verilmemesi konusunda adeta bir direnç var, bilgi alma süreci zorlaştırılıyor, bürokratik engellere takılıyor. Çoğunlukla elimde bir belge var ise muhatabın görüşünü talep ettiğimde yanıt veriliyor ancak onun dışında sorularımın yanıtını çoğunlukla alamıyorum” sözlerine yer verdi.
“Kanal İstanbul doğaya savaş değil de nedir?”
İstanbul Havalimanı, 3.boğaz köprüsü ve Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesi konusunda yürütülen süreç hakkında bilgi veren Bozoğlu, çevre konuların siyaset üzerinden tartışılmasını eleştirdi. Bozoğlu, “Planlı bir süreç yürütülüyor mu? şüphelerim var. İstanbul Havalimanı’nın Silivri’ye yapılacağına ilişkin oy birliğiyle mecliste karar verilmişti ancak yer değiştirildi ve limanın yapıldığı yerde 70 tane sulak alan vardı. ÇED raporunda bu sulak bölgeler yazılıyordu ancak ikinci raporda sulak alan ifadeleri, ormanlık alanın ölücümü her şey kaldırıldı. Bu bile başlı başına soru işaretine neden oluyor. Kanal İstanbul’u tartışıyoruz ama ondan önce Marmara Denizi’ni kaplayan birçok canlıya zarar veren bizlerin giremediği denizdeki bu sorunu çözmek yerine bu projeyi hayata geçirmeye gerek var mı bilemiyorum. Deniz ekosisteminin ortasına devasa kazıklar dikip, toprak kaybediyoruz, Kanal İstanbul doğaya savaş değil de nedir? Umarız hükümet Kanal İstanbul yerine daha temel ve gerekli ihtiyaçlarımıza yönelik politikalara eğilir. Öte yandan bu projelerin çevreyi katlederek hayata geçirilmemesi gerektiği konusunda görüşümüzü açıkladığımızda vatan hainliği, toprağını sevmeyen, kalkınmayı engelleyenler olarak nitelendiriliyoruz. Çevre konularının siyaset üzerinden tartışılması bence yapılmasını kolaylaştırıyor” dedi.
Bu projeler İstanbul’a ihanetin devamı niteliğinde
Söz konusu projeleri İstanbul’a ihanet olarak değerlendiren Ocak da son olarak “Pek çok uzman Kanal İstanbul’u, İstanbul’un tabutuna son çivinin çakılması olarak değerlendiriyor. Bu projeler yapılmadan önce çevre sakinleri, uzmanlar, aktivistler tarafından yankı uyandırdı. Ancak süreç siyasi çatışma ile sonuçlandı. Bu projelerin yapıldığı yerler İstanbul’un köyleri. Köyler, İstanbul’un nefesini dengeleyen gıda üretimini gerçekleştiren kendi kendine yetebilen şehirken bu projelerle bir canavara dönüştü. Nüfus artıyor, sürekli tüketim var, betonlaşma artıyor, tarım alanı, su havzaları, ormanlar yok oluyor, İstanbul gitgide çevresine doğru büyüyün canavar bir şehre dönüşüyor. Umarız Kanal İstanbul’da halkın çığlıklarına kulak verilir ve engellenir. Yoksa bu proje Marmara Denizi’nin sonu olacak gibi çünkü denizinin dayanacak gücü kalmadı. Bu projeler İstanbul’a ihanetin devamı niteliğinde” diye konuştu.