Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği finansmanıyla yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında online düzenlenen “Doğu Akdeniz’de Neler Oluyor?” başlıklı online söyleşinin konuğu Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı oldu. M4D Projesi Direktörü Yusuf Kanlı’nın moderasyonunu üstlendiği etkinlikte, Doğu Akdeniz’deki sismik araştırmalar sonrası Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve konunun küresel boyutu tartışmaya açıldı.
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı, daha önce konuyu gazeteci Nur Batur ile de ele aldıklarını ve onun devamı niteliğindeki söyleşiyi gerçekleştirdiklerini hatırlattı. Kanlı, Doğu Akdeniz’in “Bugünlerde iyice kaynadığını” belirterek, “Bu mesele belli bir noktada başka faktörlerin ve Almanya’nın devreye girmesiyle istikşafi görüşmeler gibi yeni bir sürece evrildi. Bu sorunların bizim çıkarlarımız açısından nasıl çözülmesi gerektiğini konuşacağız” diyerek, Doç. Dr. Cihat Yaycı’dan ilk olarak sürecin arka planını anlatmasını ve bu bağlamda genel terminolojiyi ele almasını istedi.
Sevilla haritasının sembolik bir isim olduğunu belirterek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Yaycı, haritanın bir tutum meselesi olduğunu söyledi. Yaycı, söz konusu haritanın 2002-2003 yıllarında bazı AB (Avrupa Birliği) üyesi devletlerin talepleriyle çizildiğini ve ülkelerin kendi iddialarını ortaya koyduklarını ifade etti. Yaycı, “Mevcut, öngörülen iddiaları kapsayan, deniz yetki alanlarını gösteren bir haritaymış gibi ortaya çıkıyor. Deniz yetki alanı dediğimiz şey, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının tümünü kapsayan bir üst kümedir. Sevilla haritasının hazırlığı ise daha önceye dayanır. 1982 yılında Birleşmiş Milletler Deniz Sözleşmesi’yle münhasır ekonomik bölge ve deniz hukuku jargonun içine girmişse, 1986 yılında da Türkiye de bu münhasır ekonomik bölgeyi Karadeniz’de ilan etmişsse, bunun geçmişi vardır ama kamuoyunun gündemine yeni girdi” dedi.
1986 yılının Soğuk Savaş dönemi olduğuna dikkat çeken Yaycı, Nato’nun cephe ülkesi olarak adlandırılan Türkiye ile Varşova Paktı’nın lideri SSCB arasındaki paylaşımda, Türkiye’nin Karadeniz’deki hakkını koruyarak anlaşmalarla bunu teyit ettiğini belirtti. Yaycı, bunun bir başka bir örneğinin de Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 yılında Birleşmiş Milletler ile dile getirilen ve deglare edilen Mısır’la olan anlaşması olduğunu söyledi. “Akdeniz’in içine Ege de giriyor” diyen Yaycı, Sevilla haritası çıkana kadar Türkiye’nin bir şey yapmadığını ve Akdeniz paylaşılmaya başlandığında, Türkiye’nin deniz hukuku farkındalığının çok geciktiğini vurguladı.
“Türkiye’nin menfaatine olan herşey, KKTC’nin de menfaatinedir”
Yaycı şunları söyledi:
“Mesela Yunanistan ile Mısır anlaşma yaptıktan sonra, Yunanistan’ın resmi gazetesinde yayınlanınca gördük ki, bu süre 15 yıl öncesine dayanıyor ve 13 turdan oluşuyor. Aslında Güney Kıbrıs’ta münhasır ekonomik bölge ilan etmeden ve Mısır’la anlaşmadan önce, uzun bir süreç söz konusu ama Türkiye’nin uzun zamandır bunun farkında olmadığı ortaya çıkıyor. Güney Kıbrıs Rum yönetimi, Mısır’la, Lübnan’la, İsrail’le anlaşıyor, Türkiye ise hep itiraz eden konumda. Haklı gerekçeleri var ama Türkiye kendi kendine bir inisiyatif geliştiremedi. Mısır’la o güne kadar bir takım görüşmeler yaptı ama 2003-2004 yılından sonra haritaya da yanlış bakarak, tek karşıtlı kıyısı bulunduğu devletin sadece Mısır olduğunu düşündü. Türkiye kendi konumunu harita üzerinde doğru okumadı. Yanlış bakış açısıyla eksik muhatap seçiyor, bu da Türkiye’nin önündeki diplomatik alternatifleri azaltıyor. Ne kadar alternatif üretirseniz davranış elastikeyetiniz o kadar olur. Ben 2010 yılında yazdığım makalemde, Türkiye’nin pozisyonunun öyle olmadığını, deniz yetki alanlarının o şekilde yapılmayacağını savundum. Türkiye’nin sadece Mısır değil, Libya, İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye ile de sınırı vardır ve Türkiye’nin menfaatine olan herşey, KKTC’nin de menfaatinedir. KKTC kardeş devlettir ama Türkiye Cumhuriyeti’nin koruması ve desteği altındadır.”
“Bize reva görülen davranış yaptırım”
Yaycı, Sevilla haritasının AB’nin resmi belgesi olmadığını ve AB’nin deniz sınırlarını çizmek gibi hukuki bir yetkisinin olmadığını belirterek, bu konumdaki AB’nin nasıl olup da, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 yılında ilan ettiği münhasır ekonomik bölge içinde kalan Türk sismik araştırma gemilerinin 2009 yılından beri, her ilerleme raporunda eleştirilip, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikaz ettiği sorusunu sordu. Yaycı, “Resmi olmayan belge fiili olarak da kullanılmaz. Resmi belgem değil deyip, Oruç Reis gemisinin haritadaki en doğu noktada araştırma yaparken yaptırımla tehdit etmesi ne anlama geliyor? Bize reva görülen davranış yaptırım. 2009 yılından beri, Türkiye Cumhuriyeti’nin her hangi bir gemisinin bulunması eleştiriliyor oysa münhasır ekonomik bölgede her ülkenin gemileri bulunabilir ve hatta savaş tatbikatı bile yapabilir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi, AB’yi arkalarına alarak bize dayatma bulunuyor. Türkiye de maalesef 21 Temmuz’da Oruç Reis’i çekti, 6 Ağustos’ta da Yunanistan ve Kıbrıs münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladı. Eğer biz gemimizin varlığını devam ettirseydik, Mısır bu anlaşmayı belki imzalamayı geciktirecekti, Türkiye’nin inatçı olduğunu görmüş olacaktı.”
15 yıldır Türkiye’nin köşeye sıkıştıldığını vurgulayan Yaycı, dünyadaki hiçbir devletin ana karasının kıta sahanlığı üzerindeki her bir ada için 200 mil tanınmayacağını kaydererek, Yunanistan’ın her adası için 200 mil koyduğunu, oysa bu adaların da Türkiye’nin kıta sahanlığında olduğunu belirtti. Kıta sahanlığı kavramınınn deniz altındaki ovalar olduğuna dikkat çeken Yaycı, Yunanistan’ın adaların Türk kıta sahanlığında olduğunu kabul etmediğini ve hukuk tanımaz olduğunu dile getirdi. Yaycı, “Deniz hukukunda biz maksimalist yaklaşmıyoruz, optimalist yaklaşıyoruz. Eğer maksimalist yaklaşsaydık, Cezayir ve Tunus’la da karşılıklı kıyımız var derdik ama adaların hiçbirinin üstünden geçmedik biz” dedi.
“Bu, çocuklarımızın ve gelecek nesillerimizin hakkı”
Yaycı, Türkiye’yi hiçe sayan davranışların kabul edilemeyeceğini ve “Sanki Türkiye’nin diğer ülkelerin hakkını yiyormuş gibi bir algı yönetimi yapıldığını” belirtti. Dünyada petrolün yüzde 30’dan fazlasının ve doğalgazın da yüzde ellisinden fazlasının denizden çıkarıldığını ve Türkiye’de de zengin doğalgaz rezervinin denizden geleceğini ifade eden Yaycı, “Bu gelecek nesillerin hak ve hukuku, sahip çıkmamız gerekir. Biz diplomatik ve akademik olarak sessiz kalırsak hakkımız yenir” dedi.
AB’nin yaptırım uygulamasıın günlük korkularla kamuoyu üzerinde endişe oluşturmaması gerektiğinin de altını çizen Yaycı, “Biz gelecek nesillerimizin hakkı için, ufak kayıplar uğruna asırlık kayıplardan vazgeçmemeliyiz. Çocuklarımızın bizden kıymetlidir, olaya Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bakmak lazım. Halkımızın çok ciddi şekilde, gerekirse günlük yaşamından fedakarlık yapıp dik durması lazım” diye konuştu.
“Mavi vatan” isminin de sembolik olduğunu ve insanların ruhuna dokunduğunu kaydeden Yaycı, tarihsel olarak çok eskiye dayanan ve büyük bedeller ödenen kavramın, ilan edilmiş ya da edilmemiş deniz yetki alanlarının tümüne işaret ettiğini ve karadan farkının, yetki düzeyinde olduğunu belirtti.
Yaycı şunları söyledi:
“Kullanılan yetkiyle denizdeki kaynakların çıkarılması, araştırılması ve kullanılması mümkündür. Çevre, balıkçılık, turizm, dalga enerjisi gibi münhasır ekonomik yetkilerdir. ‘Denizlerden uzak durun, batının menfaatlerine hizmet edin, batı hak iddia ediyor’ tavrına karşı çıkıyorum.
Bunun İslami bir genişlemecilik olduğunu söyleyen muhalifler de var ama onlar gelecek nesilllerin hakkını yiyorlar. Bu kabul edilemez, burası Türk milletinin yeri ve ben buraya neden sahip olmayayım? Mavi vatan diyen insanların siyasi görüşleri birbiriyle uyuşmuyor ama vatanseverlikleri uyuşuyor. Çünkü bu siyaset üstü bir meseledir, sağcısı, solcusu, doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi olmaz. Vatanını seven, toprağına da denizine de sahip çıkar.”
Doç. Dr. Yaycı, AB’nin yaptırım uygulaması hâlinde, Türkiye’nin 1982 sözleşmesiyle iyice oturmuş olan münhasır ekonomik bölgenin ilanını etmesini söyleyerek, Türkiye’nin elinde pek çok hukuki yetki olduğunu ve Yunanistan’ın hukuksuzluğunu gündeme getirmesi gerektiğini ifade etti. Yaycı, “Yunanistan 3 bin olan karasularını 6 bine çıkardı, şimdi de 12 bine çıkarmak istiyor. Bizim Lozan düzenine dönmeyi talep etmemiz gerekir diye düşünüyorum” dedi.