'Atatürk’ün Gazeteciliğe ve İletişime Bakışı' söyleşisi yapıldı

2022-11-12 06:36

Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürüttüğü Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi (M4D) Projesi geleneksel Basın Evi söyleşilerinin bu haftaki konusu, “10 Kasım Atatürk’ü Anma ve Atatürk Haftası” münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün basına ve iletişime yönelik bakış açılarının anlatıldığı “Atatürk’ün Gazeteciliğe ve İletişime Bakışı” oldu. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde O’nun gazeteciliğe, basın özgürlüğüne, iletişime bakış açısının konuşulduğu etkinlikte Türkiye’de iletişim alanında uzman isimlerden Prof. Dr. Korkmaz Alemdar genç cumhuriyetin basın politikalarına değindi. Hibrit bir şekilde yapılan söyleşide, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki basın ve iletişim politikaları, gazeteciliğin o dönemki durumu ve Atatürk’ün iletişime yaklaşımı, “Minber”, “İrade-i Milliye” ve “Hakimiyet-i Milliye” gibi gazeteleri çıkaran gazeteci Mustafa Kemal’in basın ve ifade özgürlüğüne yönelik tutumu ve bunun basın tarihindeki sonuçları irdelendi.

Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu moderatörlüğünde gerçekleştirilen söyleşide, Prof. Dr. Korkmaz Alemdar Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan üç önemli adımla gazeteciliğin ve medyanın ilkelerinin belirlenmeye çalışıldığı ancak zamanla bu kriterlerin göz ardı edilerek ortadan kaldırıldığına değinerek, söz konusu dönemin eleştirilmesine yönelik, “1920’li yıllardaki basın politikaları çeşitli kanatlar tarafından genellikle yerilir. Yeni bir ulusu yaratmak, yokluktan var etmek, kültür devrimini gerçekleştirmek, yeni ekonomi politikalar oluşturmak, üretimin artmasına destek olan bir yönetim anlayışının medya alanında başarısız olması tartışmalı bir konudur. Bu dönem genel olarak her şeyiyle takdir edilesi bir dönemdir” dedi.

Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Cumhuriyetin ilk basın yasasında gazetecilere ve yöneticilere lise veya üniversite mezunu olma şartı”

1920’li dönemlerde medya okuryazarlığı, özerk basın kuruluşlarının ortaya çıkışı, gazeteciliğin profesyonel meslek haline getirilmesi için prensiplerin belirlenmesi, ilk basın yasası ve meslek birliğinin kuruluşu gibi basın politikalarını anlatan Alemdar, gazetecilik mesleğinin niteliklerinin artırılmaya çalışıldığını vurguladı. Alemdar ilk dönem çalışmaları hakkında, “Cumhuriyet döneminin basın politikalarının birinci özelliği, gazetecilik mesleğini ve gazetecileri önemseyerek, toplumu aydınlatmaları için bir rol model olarak görmekti. Dolayısıyla cumhuriyetin ilk basın yasası çıkarılırken gazetecilere ve yöneticilere lise veya üniversite mezunu olma şartı getirilmişti. Dönemin özellikleri göz önünde bulundurulunca bu adımın ne kadar ileri bir adım olduğunu görebiliriz. Üstelik o dönemde Amerika dışında dünyada gazetecilik eğitimi verecek herhangi bir kurum yokken ülkemizde böyle bir karar alınıyordu. 1931 yılında gazetecilik mesleğiyle ilgili mecliste düzenlenecek bu kararın uygulanabilmesi için gerekli olan eğitimin alınması konusunda gazetecilere ve patronlara üç yıllık bir süre verilir. Süre dolmadan gazeteciler hükümeti ikna ederek bu eğitim şartının kaldırılmasını sağlar. Böylelikle Türkçe okur yazar olan herhangi biri gazetecilik yapmak için yeterli sayılır. Aradan geçen 100 yıla rağmen hala eğitimli olma koşulu bu düzeyde tutularak, lise mezunluğunu yeterli bulan bir eğitim sisteminin yetiştirdiği gazetecilerle karşılaşıyoruz. Nitekim 2004 yılında basın yasasında yapılan düzenlemede lise mezunluğu gazetecilik yapmak için yeniden yeterli görüldü. Cumhuriyetin o ilk dönemlerinde en çok önem verilen husus eğitimli gazetecilikti. Türkiye’de patronların egemen olduğu bir medya dünyasında fazla okuryazar bir gazeteciye ihtiyaç duyulmaz. Patron başyazardır, her şeyi bilir, siyasetçilerle yakındır, gazete onun şahsında bilinir, tanınır veya yücelir. Geriye kalan kadro, haberi bulup getirmekle yetinen, sıradan, asgari ücretin altında çalışmaya razı olan insanlardan seçilir. Türk basının canını okuyan da işte bu mekanizmadır” diye konuştu.

“Dünya iletişim tarihinde AA’ya benzer bir model henüz gerçekleşmemiştir”

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yine medya alanında atılan önemli ikinci adımın ise henüz dünya örneklerine bile rastlanılmayacak Anadolu Ajansı’nın (AA) özerk yapılı modeli olduğunu ifade eden Alemdar, “Bu dönemin ikinci girişimi şüphesiz özerk basın kuruluşlarıdır. 1920’de kurulan AA, 1925 yılına kadar dışişleri bakanlığına bağlı çalışarak henüz ortada ticaret yasası bile yokken özel statülü anonim şirket yapısına büründü. Özerklik konusunda henüz Türkiye’nin örnek alacağı bir yapılanma yokken böylesi bir adım atıldı. Özel statüyle AA genel kurulu toplanınca her 10 hisse bir oy sayılacaktı, kimse 10 oydan fazla oy kullanamayacaktı. 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, Kurtuluş Savaşı’nı yürütülmesinde önemli rolü olan ve sermayesi kamu tarafından ödenmesine rağmen ajans yönetimi ajans çalışanlarına bırakılmıştı. Hisselerin devredilme hakkı yoktu yalnızca varislerin birine hisselerin bölünmez şekilde devri mümkündü bu da yönetim kurulu kararına sunulacaktı. AA dünya iletişim tarihinde Türklerin küresel gelişmeye özgün olarak yaptığı tek katkıdır. AA, 1925 yılında Türkiye’nin gökyüzünde parlayan yıldızı, icadı, gözü gibi koruyacağı bir yapıydı. Cumhuriyet döneminin ikinci en önemli küresel gelişmelere damgasını vuracak olan adımı haliyle özerk iletişim araçları oldu. Türkiye’de özerklik denilince TRT bile hatırlanmaz akıllara sadece BBC gelir. Nitekim TRT’nin özerk olduğu dönemlerde bile genel müdürleri AA’daki bu özerklik girişimini ve bu anlamdaki deneyimlerini öğrenmek yerine Londra’ya giderek yabancı kurumların yapısını inceleme amacıyla boşa mesai harcadılar. Dünya iletişim tarihinde AA’ya benzer bir model henüz gerçekleşmemiştir” sözlerine yer verdi.

“Gazetecilik meslek haline getiriliyor” 

Tek partili cumhuriyet döneminin en önemli diğer girişiminin ise gazeteciliği profesyonel bir meslek haline getirmek için birtakım ilkeleri belirlemek olduğunu vurgulayan Alemdar, “Atatürk’ün damgasını vurduğu bu tek parti döneminin bir diğer önemli büyük özelliği ise gazeteciliğin bir meslek haline getirilmesidir. 1935 yılında örgütlenme, gazetecilik mesleğinin geliştirilmesi, gazeteciler arasındaki dayanışmanın artırılması, çalışma koşulları ve ücretler gibi gündem maddeleri etrafında 1. Basın Kongresi toplanılır. Gazetelerin birbirleriyle lüzumsuz sayfa rekabeti yaparak yeterli olmayan kağıtları tüketmek yerine yurttaşı bilgilendirecek kaliteli gazetecilik anlayışının geliştirilmesi için bir araya gelinir ve mesleğin örgütlenmesi için de basın birliğinin kurulmasına karar verilir. 1939’da çalışmaya başlayan birliğin, gazetecilerin ücretleri, sözleşmeleri ve çalışma koşulları için istenilen şartlar patronlar tarafından reddedilir ve 1946’da birlik lav edilir. Bugün karşı karşıya olduğumuz yapı, cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki politikaların göz ardı edilmesi, ihmali ve ciddiyetle ele alınmamasının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla tek parti veya cumhuriyetin kuruluş dönemlerindeki modeller, iletişim ve basın alanında yapılanlar hepimizin yüzünü ağartacak bir dünya başarısıdır. Cumhuriyeti kuran kadroların, vatan sevgisini, ülkenin milletin gelişimi ve demokrasisi için yaptığı fedakarlıkları hatırlarsanız o zaman biraz da haddinizi bilmek durumunda kalırsınız. Bu bir kahramanlık öyküsüdür, kıvanç kaynağıdır, bunun öğrenilip hatırlanması gerekir” dedi.

UNESCO’nun iletişim alanındaki işlevi

Türkiye’de gazetecilik eğitiminin verilmeye başlandığı ilk akademik oluşumlara da değinene Alemdar, “Amerikalılar 1946 sonrası UNESCO’ya hakim olunca dünyanın her yerinde gazetecilik okulu açılmasını UNESCO işlevi haline getirdiler. Türkiye’de de 1965 yılında Ankara Üniversitesi’nde bu cemiyetinde desteğiyle ilk akademik gazetecilik eğitimi başladı. Eğer 1932 yılında bu okul açılabilmiş olsaydı o zaman kendi ihtiyacınızı karşılayacak bir insan gücünü yetiştirmeye sahip olunacaktı ancak buna izin verilmedi. Türkiye’de iletişim sisteminin yarattığı insan gücü, boyun eğen, siyasal iktidara ve patronun emirlerine itaat eden insanlardan oluşuyor” diye konuştu.

“Medya okuryazarlığı pek çok sorunu eğitim düzeyinde aşabilmenin önemli bir aracıdır”

Son olarak medya okuryazarlığı ile Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere kurulan başarılı eğitim modellerinden biri olan Köy Enstitülerinin fonksiyon ve akıbetinin benzer olduğunu belirten Alemdar, “Medya okuryazarlığı medya konusundaki pek çok sorunu eğitim düzeyinde aşabilmenin önemli bir aracıdır. Ancak bu aracı kullanmaya eğilimli yönetici veya kişiler maalesef yok. Köy Enstitülerinin başına gelen cumhuriyetin iletişim politikalarının da başına gelmiştir. Köy Enstitüleri gibi Türkiye’deki insan unsurlarını değerlendiren bir eğitim girişiminin engellenmesi için nasıl adımlar atıldıysa cumhuriyetin iletişim politikaları için de benzer müdahaleler yapıldı” dedi.