“Afganistan ve Türkiye” başlıklı online söyleşi düzenlendi

2021-09-17 10:20

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında “Afganistan ve Türkiye” başlıklı online söyleşi gerçekleştirildi. Gazeteci Nursun Erel moderatörlüğünde yapılan söyleşinin konuğu emekli Büyükelçi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru oldu. Koru, söyleşi kapsamında, Taliban’ın Afganistan yönetimini ele geçirmesinin ardından değişen Türkiye-Afganistan siyasi dengeleri, göçmen krizi hakkında bilgiler verdi.

Naci Koru kimdir?
Naci Koru hakkında kısaca bilgi veren M4D Projesi Kıdemli Politika Uzmanı Kenan Şener, “1981 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda meslek memuru olarak göreve başlayan Koru, 38 yıllık meslek hayatı boyunca merkezde, Konsolosluk Vize Dairesi, Ortadoğu Genel Müdürlüğü, Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar Dairesi, Bilgi İşlem Merkezi, Enformasyon Dairesi, yurt dışında ise Cidde Büyükelçiliği, Bregenz Başkonsolosluğu, Türkiye FAO Daimi Temsilciliği (Roma) ile Bonn Büyükelçiliği’nde değişik unvanlarda, 1990 – 2000 yılları arasında Almanya-Mainz’da, 2002 – 2007 yılları arasında da ABD-Chicago’da başkonsolos olarak görev yaptı. 2007 Şubat ayında Riyad Büyükelçiliğine Büyükelçi unvanıyla atanan Koru, 2009 yılı sonuna kadar Suudi Arabistan’da bulundu. 2009 yılında Dışişleri Bakanlığı idari işlerden sorumlu müsteşar yardımcısı olarak atanan Koru, 2012 Mart ayında ise bakan yardımcılığına getirildi. Yaklaşık yedi yıl süren son merkez görevi sonrasında 2016 Kasım ayında ülkemizin BM Cenevre Ofisi nezdindeki daimi temsilciliğine büyükelçi-daimi temsilci olarak atanan Koru, 2018 Temmuz ayında merkez görevine döndü ve 2019’da Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli oldu” dedi.

Söyleşinin moderatörü gazeteci Nursun Erel’in Afganistan’ın geçmişi, Taliban hareketinin filizlendiği dönemi ve terörist grupların bu bölgede örgütlenmeye başlamasına yönelik sorusunu yanıtlayarak konuşmasına başlayan Koru, Afganistan’ın geçmişine ilişkin, “Afganistan, istiklal savaşından bu yana bizim için önem taşıyan bir ülke. 1970’lerden bu yana dış güçlerin ilgisi bu ülke üzerinden yoğundu, son olarak Bebrek Kemal yönetiminde Sovyetlere yakın bir iktidar yönetime geldi ve 1979 yılında Sovyet işgalini gördük. Ülke 10 yıl süreyle bu işgal altında kaldı. Yoğun baskıların örgütlenmelerin yaşandığı bu dönemde mücahit gruplar oluştu ve onların mücadelesiyle Sovyetler ülkeden atıldı. O dönemler bu mücahitlerin örgütlenmesine aslında başta ABD olmak üzere diğer bazı ülkeler destek vermişti. Yani bugün eleştirdiğimiz gruplar, bir bakıma Batının desteğiyle kurulan ve güçlenen örgütlerdi. 1989’dan 1990’ların ilk yarısına kadar ülke içinde bu örgütlerin etkin olduğunu ve baskının arttığını görüyoruz. 1996 yılında Taliban yönetime geliyor ve beş yıl süreyle ülke onların yönetiminde kalıyor” bilgisini verdi.

“Amerika Taliban ile mutabakat yaparken müttefiklerine danışmadı”
Taliban’ın yönetime gelme sürecini değerlendiren Koru, “Taliban, Pakistan’daki öğrenci evlerinde yetişen kişilerden oluşuyor, bu kişiler ülkelerine dönüp, bağımsızlığını sağlamak için çalışmalar yapmaya başladı. Özellikle kadınlara, çocuklara, gençlere yönelik yoğun baskılar uygulamaya başladılar. 2001 yılında 11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin bu olayın sorumlusu olarak Afganistan’daki terör örgütlerini ve Irak’ı görmesi ve bu ülkelere karşı giriştiği askeri hareketler yaşandı. Bu çerçevede 2001 yılında bölgede ABD işgali başladı ve 10 yıl içinde Amerika oradan çıkmanın yollarını aradı fakat çıkamadı. Son olarak iki yıl önce Doha’da yapılan görüşmeler sonucunda Taliban ile mutabakat sağlandı ve bölgeden çekildi. Buradaki sorun şuydu ki, Amerika bu kararı verirken müttefiklerine danışmadı. Oysa oraya NATO harekatıyla gidilmişti ve pek çok NATO ülkesi Amerika’nın yanında yer almıştı. Bizler de oradaki sivil halka karşı yapılan bazı operasyonlarda görev almış ve askeri havalimanın işletilmesinden sorumluyduk, dolaysıyla bize de sorulmadı. Amerika ülkeyi terk etti ancak bu öyle bir hesapsız, dengesiz terk ediş oldu ki ülkede karışıklıklar başladı ve Taliban geldi” dedi.

“Batı ve Amerika ile ortak karar alınması gerekiyor”
Talibanın iktidarı ele geçirdiği Afganistan’ın geçici hükümetini açıklaması ve ülkenin bir İslam emirliği olduğunu ilan etmesiyle birlikte kapsayıcı olma vaadine rağmen geçici hükümette kadınlar ve etnik azınlıkların temsiliyetinin bulunmaması öte yandan çeşitli saldırılarda adı geçen ve terörist listesinde bulunan isimlerin hükümette yer almasına yönelik değerlendirmede bulunan Koru, hükümetin göreve başlayacağı tarihi 11 Eylül olarak belirlemesine de dikkati çekti. Koru, Taliban’ın yeni hükümetin göreve başlamasına ilişkin Türkiye’yi de davet ettiğini ancak bu davete henüz bir yanıt verilmediğini ifade ederek, “Taliban’ın ülkeyi ele geçirdikten sonra olumlu bir şekilde kendisinden beklenen uzlaşı hükümeti kurmasıydı. Ancak gördüğümüz kadarıyla Taliban tamamen kendi mensupları içerisinden bir hükümet oluşturdu. Başta başbakan ve içişleri bakanlığı olmak üzere terör listesinde yer alıyor. Bu isimler dünya gündeminde de tartışmalara neden oldu. Bu gelişmeyle beraber Taliban’ın önümüzdeki dönemlerdeki icraatlarına ilişkin aslında ipucu almış olduk. Şimdilik geçici hükümet oluşturuldu, belki yeni hükümet dış ülkelerin umduğu isimlerden oluşur fakat şu an öyle bir umut ışığı yok. Hükümetin göreve başlayacağı tarih de 11 Eylül olarak belirlendi, Türkiye’de davet edildi ancak şimdilik hiçbir ülke davete icabet edeceklerine yönelik açıklamada bulunmadılar. Türkiye olarak henüz bu konuda karar vermedik, dışişleri bakanlığı da bu konuda aceleci olmayacağımızı açıkladı. Bu alanda ittifak birliği içinde olduğumuz Batı ve Amerika ile beraber görüşerek ortak karar almamızın yerinde olacağını düşünüyorum” sözlerine yer verdi.

El Kaide ile Taliban arasındaki sadakat yemini ne olacak?
El Kaide’nin, 1990’larda Usame Bin Ladin yönetiminde Afganistan’da Taliban’a sadakatini bildirdiğini, sadakat yemininin halen geçerliliğinin olup olmadığını Taliban’ın bu ittifakı sürdürüp sürdüremeyeceğine ilişkin bilgi veren Koru, “Afganistan’da tek bir terör örgütü ve Taliban yok. Önümüzdeki dönemlerde terör örgütünün Taliban ile ilişkilerinin pek iyi olmayacağı görülüyor. Taliban ne kadar dış dünyayla ilişkiler kurarsa o kadar kendi içindeki terör örgütlerinden saldırılarla muhatap olacaktır diye düşünüyorum. Amerika’nın ve diğer müttefik ülkelerin Afganistan’dan ayrılmasından sonra iç güvenliği Taliban’ın sağlaması gerekecek fakat bunu yaparken diğer ülkelerin buna ne kadar rıza göstereceğini bilmiyoruz. Taliban verdiği sözü tutacak mı bilmiyoruz, ama zor olacağı ortada” dedi.

“İslam İşbirliği Teşkilatıyla değerlendirilmeli”
Türkiye’nin Afganistan’ı tanımasına ilişkin görüşünü belirten Koru, “Afganistan’da işgalci ülkelerin geri çekilmesiyle bir anlaşma çerçevesinde Taliban yönetimi ele geçirdi bunun hukuki zemini henüz oluşturulmuş değil. Taliban’ı tanıma noktasında yapılması gerekilen zamana bırakmaktır, Taliban’ın bugüne kadar verdiği sözleri yerine getirip getirmeyeceğini gördükten sonra müttefiklerle beraber ortak değerlendirme yapıldıktan sonra karar verilmeli. Bu noktada İslam İşbirliği Teşkilatı da bizler için önem taşıyan bir örgüt, bu konuda örgütün aktif olması bekleniyor ancak son zamanlarda açıklamalarını pek duyamıyoruz. Türkiye’nin bu örgütü de ön plana almasının ve etkin şekilde diplomasi yürütmesinin Afganistan ile ilişkileri değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Tanıma için çok erken, beklenmesi gerekiyor, hükümetin göreve başlama törenine katılması konusunda da istekli olunmaması gerektiğini düşünüyorum. Güvenlik sağlanmadan bizim Afganistan’da mevcudiyetimizin olmaması gerekiyor. Pek çok ülke büyükelçiliğini çekti, bölgede büyükelçiliği kalan birkaç ülkeden biriyiz. Büyükelçiliğimiz güvenlik nedeniyle havalimanındaydı, daha sonra alınan güvenceler neticesinde elçilik kendi binasına taşındı ama orada da güvenlik sorununun olduğunu düşünüyorum” sözlerine yer verdi.
“Yapılanların bizim dinimizle örtüştürülmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum”
İslami perspektifle Taliban’ın bulunduğu konumu değerlendiren Koru, “Türkiye elbette Müslüman ülkelerle bir ilişki içinde, Afganistan’la da ilişkileri böyle değerlendirmek gerekiyor. Fakat konuya özelde baktığımızda Taliban gibi bir örgütün dünyaya bakış açısı, yaşam tarzı, insanlarla ilişkileri dinimizle örtüşmüyor. Pek çok dini kaynaklar da Taliban’ın düşünce tarzını onaylamıyor. Kadınların öldürülmesi, insanların ellerinin kesilmesini haklı görecek fetvalar yok İslamiyet’te yok. Bu yapılanların bizim dinimizle örtüştürülmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Taliban döneminde cehalet daha da artıyor, ne kadınlar ne erkekler okula gönderilmiyor, okur yazar oranı ülkede yüzde 43 civarında böyle bir örgütün bizim dinimizle, inancımızla aynı tarafta olduğunu söylemek abartı olur” dedi.

“Amerika’nın hatasıyla patlak veren Afgan krizinden kaçan göçmenler, Türkiye’ye yük olmamalı”
Afganistan göçüyle birlikte Türkiye nüfusunda yüzde yedilik oranda artış gösteren göçmenler meselesinin diğer ülkelerle birlikte görüşülerek göç politikasında kararların alınması gerektiğine işaret eden Koru, son olarak göçmenler konusunda şu sözlere yer verdi:
“Dünyada 300 milyon civarında göçmen var, dolayısıyla göçmenler dünya için çok önemli bir konu. Göç hareketliliğine baktığımızda Güneyden Kuzeye doğru bir eğri görüyoruz. Afganlar, Iraklılar, diğer Afrika ülkelerinden gelen göçmenler her dönem vardı, ülke olarak bu sorunları çözmek için uluslararası ortamda Birleşmiş Milletler ile sürekli görüşmeler içindeydik. Suriye kriziyle beraber Türkiye’deki göçmen sayısı artış gösterdi, üç milyon Suriyeli ülkemizde yaşıyor. Türkiye, iltica konusunda özel bir konumda, iltica mevzuatını düzenleyen Birleşmiş Milletler sözleşmesine göre; anlaşmaya dahil olurken Doğudan gelenleri mülteci olarak kabul etmediğimizi Batıdan gelenlere mülteci statüsü verebileceğimizi belirtmiştik. Daha sonra Suriye’den gelenlere geçici koruma vereceğimizi belirttik, fakat bu noktada kriz yaşıyoruz. Bunların önemli bölümüne geçici koruma verdik, bazıları kamplarda kalıyor, onlara sağlık, eğitim hizmeti sunduk, çalışma izni verdik, tüm bu haklardan faydalanabiliyorlar. Ancak Afgan kriziyle beraber ülkemizdeki göçmen rakamı artış gösterdi, sorun şu ki Afganlar kayıt altına alınamıyor. Afganlar, Iraklılar, İranlılar veya Pakistanlılara Suriyeliler gibi statü verip, kayıtlarını yapmıyoruz. Hukuken onları yakaladığımızda geri gönderme merkezlerine teslim etmemiz, oradan da ülkelerine iade edilmelerini sağlamaktır. Fakat Afganistan geri almayı kabul etmediği için göçmenler elimizde kaldı. Önceleri Türkiye göçmenler konusunda bir transit ülkeydi, göçmenler bizim üzerimizden Avrupa’ya gitmeye çalışıyordu. Son yıllarda Türkiye’nin cazibesi arttı ve hedef ülke haline geldi, göçmenler de Avrupa’ya gitmek yerine burada kalmayı tercih ediyorlar. Gerçek şu ki göçmen sayımız arttı ve altından kalkmak çok güç. Ülkemizin nüfusunun yüzde yedisi mültecilerden oluşuyor bu normal bir oran değil. Göç politikamızı düzenlememiz gerekiyor bu anlamda belki de bir göç bakanlığı kurulmalı, diğer ülkelerle bu konu görüşülmeli ortak kararlar alınmalı. Aksine Türkiye son yıllarda göçmenler konusunda diğer ülkelerin desteğini almak yerine sorunun üstesinde kendi başına gelmeye çalışıyor. Ancak bu bir ülkenin altından kalkabileceği bir sorun değil. Bu sorunu diğer ülkelerle paylaşmamız gerekiyor. Özellikle Amerika’nın hatasıyla patlak veren bu Afgan krizinden kaçan yüz binlerce göçmen Türkiye’nin omuzlarına yük olarak konulmamalı. Bunu net bir şekilde Batıya anlatmalı, taşın altına herkesin elini koymasını sağlamamız lazım.”