#M4D Projesi gazetecileri ve basın örgütlerini desteklemeye devam ediyor. Medyada çoğulculuğu, dayanışmayı güçlendirmek üzere hayata geçirilen Basın Evi Destek Aracı’ndan (BEDA) yararlanan gazeteciler deneyimlerini sizinle paylaşıyor.
#odaBEDA bu ay, “Foto Muhabirleri Anıları” çalışması ile gazeteci Serdar Özsoy'u ağırlıyor.
Foto Muhabiri Anıları'nı Serdar Özsoy'un ağzından dinledik:
Foto Muhabiri Anıları fikri nasıl ortaya çıktı ve ne kadar sürede gelişti?
Bu sorunun öncesini anlatmadan söyleyeceğim her söz aslında havada kalır. “Ben neden foto muhabirlerinin anıları çekmeye karar verdim?” sorusunun cevabı şöyle başlar:
Türkiye’de foto muhabirleri, gazetecilik mesleğinde oran olarak en fazla çalışma alanı daralan branş. Geçmişte gazetelerin bünyelerinde 25-30 foto muhabiri çalıştırdığı dönemlerden şimdi en çok 8-9 en fazla 10 foto muhabiri çalıştırılan bir dönemi yaşıyoruz. Bu noktaya hızla gelinmesindeki en büyük etkenlerden birisi iktidar yöneticilerinin kendi imajlarını korumaya yönelik girişimleridir. Bu sürecin önemli bir bölümü, kendi programlarını foto muhabirlerine kapatmaları ya da etkinliğin sadece bir bölümünün tek bir noktadan fotoğraflanmasına izin verilmesiyle beraber, kendi fotoğrafçılarının da kontrollü olarak, foto muhabirlerinin olmadığı alanlarda çektikleri fotoğrafları kendilerinin basına servis etmesinden kaynaklanmaktadır.
Buna bağlı olarak başka bir nokta ise propaganda amaçlı servis edilen bu fotoğrafları gazete yöneticilerinin ses çıkarmadan, itiraz etmeden kullanması oldu. Sürekli olarak tek elden dağıtılan fotoğrafların her platformda kullanılıyor olmasıyla haber fotoğrafının inandırıcılığını kaybetmeye başladığını anladığımızda iş işten geçmişti.
Diğer bir önemli nokta olarak, dijitalleşme ile basın yayın organlarının fotoğrafa sıfır maliyetle (sosyal medyadan indir-kullan yöntemiyle) ulaşmaları, foto muhabirine olan ihtiyacı bu dönem içinde epeyce azaltmıştır.
Bu dönemde biz foto muhabirleri ne yaptık? Bu durumu kabullendik. Yatışa geçtik, çalışmadık.
İnternetin gelişimini sadece görevlerde daha hızlı fotoğraf geçebilmek olarak algıladık. Farklı haber üretimi yapabilme yaklaşımlarına da ayak uydurmakta direndik. Çok azımız üretmeye yönelik girişimlerde bulundu.
Farklı şeyler üretmek isteyen az sayıdaki foto muhabiri de, öngörüsüz veya iktidardan tepki almaktan çekinen gazete yöneticilerinin görmezden gelmesi ile iyice işlevsizleşti. Atıl kalan foto muhabirleri tek tek işlerinden çıkarılmaya başlandı. Birçoğu o propaganda çemberinin içine itildi. Bazıları da işsizlik veya emekliliğe mahkûm edildi. Bir mesleğin hafızası bir kenara atılmış oldu böylece… Ben de bu insanların anılarını dinleyerek çok şey öğrenmiş bir foto muhabiri neslinin bir temsilcisiyim. Çok azar işitmişliğim, göz göre göre bu insanlardan fotoğraf atlatılmışlığım var.
Bu foto muhabirlerinin çoğundan ders niteliğindeki anılarını dinlerken çok keyif almıştım. Hala da onları dinlemekten ve anılarını videoya çekerek kayıt altına almaktan çok keyif alıyorum.
Genç ve mesleğe hevesli bir çok foto muhabiri yeteri kadar gazetecilik bilgileri olmadan serbest olarak çalışmaya başladılar. “Gazetecilik bilgisi” diyorum bilerek. Bir örnek vereyim:
Serbest çalışan genç bir foto muhabiri, Uğur Mumcu’nun katledilmesinin, öldürülmesinin yıldönümünde çektiği fotoğrafın altyazısında “Uğur Mumcu ölümünün 27. yılında anıldı” ifadeleriyle paylaştı.
İşte şimdi yepyeni bir sorun ortaya çıkmaya başladı:
Yeni foto muhabirleri nasıl ve kimlerden bu mesleği öğrenecekler?
Foto muhabirliği sadece estetik fotoğraf çekmek midir?
Genç foto muhabirleri görsel gazetecilik yöntemlerini kimleri taklit ederek öğrenecekler?
Ben de yıllardır işsiz olan foto muhabirlerindenim. Bu mesleği Ankara’da serbestçe yapabilmek çok zor, neredeyse imkansız. Hemen hemen tüm devlet kurumları sarı basın kartı ve bir de akredite olma şartı getirdi. Kuruma akredite olmayan hiç bir gazeteci o habere alınmıyor. Sokakta ise basın kartını geçtim, gazeteciliğin hiçbir kabul gören tarafı kalmadığı için de çalışma alanı gerçekten daralmış durumda.
Yıllar içinde nasıl şeyler üretebilirim ve bu ürettiklerim nasıl faydalı olur diye düşünürken, bu dönemde asıl yapmam gereken şeyin kendi mesleğime sahip çıkmak olduğunu gördüm. Foto muhabirlerinin hafızalarında yer alan bu mesleki bilgileri, tüm müstakbel ve meslek hayatının başındaki genç meslektaşlarıma yol gösterici olabilmesi için video olarak kayda geçirmeye karar verdim ve çekimlere başladım.
Mesleğin başındaki genç arkadaşlarımın da çekimlerini yaptım çünkü onların da yaşadıklarını ve bunlardan nasıl etkilediğini, onlar için de neler yapılması gerektiğini görmek istedim.
Bu çekimlere başlamamdaki en önemli etkenlerden biri de deneyimli foto muhabirlerinin, anıları aracılığıyla ve kendi anlatımlarıyla yol gösterici olmalarını sağlayabilmek, bir taraftan da onları tekrar izleyicilere hatırlatmaktı. Birçok foto muhabirine bu imkânı elimden geldiğince, meslekî anılarının önüne geçecek başka tartışmalara neden olmayacak şekilde vermeye çalıştım.
Sonra hangi sosyal medya platformunda yayınlayacağıma karar vererek bu fikri bir noktaya getirdim ve foto muhabirleri ile paylaşmaya başladım.Onların da bu fikre sıcak bakmasıyla bir ay gibi bir sürede onsekiz foto muhabiri ile ilk çekimleri gerçekleştirmiş oldum ve Youtube kanalım üzerinden paylaşmaya başladım. Bir yıldır bu anıları her sabah saat dokuz buçukta takipçilerimle paylaşıyorum. Çekimlere pandemi sürecinde ara vermek durumunda kaldım. Covid-19 salgın tehdidi azalınca ve yaşam biraz daha normale dönünce çekimlere kaldığım yerden devam edeceğim. Tabi kanalımda sadece foto muhabiri anıları değil, yaşamın içinden farklı insan hikayeleri de çekip yayınlamaya başladım. Pandemi sonrasında da bambaşka yeni bir proje ile de takipçilerime paylaşımlar yapmaya devam edeceğim.
Foto Muhabiri Anıları geçtiğimiz günlerde birinci yaşını kutladı. Yılın anısı diyebileceğiniz bir video varsa bizimle paylaşır mısınız?
Hepsi çok çok kıymetli anılar benim için. Ama daha çok bir fotoğrafın nasıl çekildiği, hangi şartlarda çekildiği, diğer foto muhabirlerini atlatmak adına neler yapıldığını anlatan anıların mesleğim gereği benim de daha çok ilgimi çeken şeyler olduğunu söyleyebilirim. Garbis (Özatay) abinin Kral Tellal’ı çekebilmek adına yaptıkları, Sökmen ( Baykara) abinin Said-i Nursi’yi çekmek için yaptıkları, Bülent (Hiçyılmaz) abinin Humeyni’nin cenazesinde yaşadıkları, bunlar bir foto muhabirinin şans faktörünü ele alıp kontrol edebilmek için yapılmış çalışmalardır. Burada saymaya devam etsem sanırım neredeyse herkesi saymak durumunda da kalabilirim.
Meşhur “Akbaba ve Çocuk” fotoğrafıyla Kevin Carter nezdinde uzun süre tartışılan foto muhabirleri ve etik konusunda sizden de yorum alabilir miyiz?
Bu fotoğrafların çekilmesinin birçok önemi var aslında. Hiçbir şey insan hayatından daha önemli olamaz, ama hiçbir şey.Bu tarz fotoğraflar, insanlara, yaşananların bir sonuç gösterirler.
Bu fotoğraflar sonuç anına gelinceye kadar neler yaşandığı hakkında da düşünmemizi sağlayacak ipuçları verir. Bu ipuçları ile fotoğrafta gördüklerimizi sorgulamamızı hedefler ve ister. Sembolik anlam taşıyan tüm fotoğrafların böyle bir özelliği vardır. Birçok kez belgesellerde bir akbabanın, aslanın ya da başka bir yırtıcı hayvanın başka bir savunmasız yavru hayvan ile beslendiğini gördük o an, etkilendik, sonra unuttuk gittik.
İki uç değerdeki canlı bir aradaydı. Yırtıcı bir kuş olan akbaba ile insan neslinin en savunmasız, en çaresiz varlığı bir bebek… Bu nedenle bu fotoğraf yıllarca konuşulmaya devam etti. Fotoğrafın gücü ve fotoğraf çekildikten sonra yaşananlar hep tartışılageldi.
O fotoğraf çekilmeden önce de sonra da çocuklar ve bebekler açlıktan, yeteri kadar beslenememekten öldüler ancak bu ölümlerin birçoğu haber bile olmadı. Açlıktan ölümler sadece Afrika’da oluyor sanarak, açlıkla mücadele eden komşumuza sırt çevirdik.
Mesleğimin kendine has bir yapısı, davranış ve düşünme şekli var. Bu davranış şekilleri ve düşünme yapısı bu meslek dışındaki herkes için bazen tuhaf gelebilir, kabullenmesi zor gelebilir. Benim işim, olanı her şartta doğru aktaracak fotoğraf üretmek, kamu adına denetlemek, yanlışları görmek, eksiklikleri fark etmek ve “Acaba bizden gizlenen bir şey var mı?” diyerek sorgulamak. O nedenle dönem dönem herkesle, her meslek grubuyla bu bağlamda karşı karşıya kaldık ve kalmaya da devam ediyoruz . Sorgulamak gazeteciliğin temelidir ve tabi ki de foto muhabirliğinin de.
Bazen foto muhabirleri, Kevin Carter’ın kaldığı gibi bir durumla karşı karşıya kalırlar. Philip Jones Griffiths’in foto muhabirlerinin karşı karşı kaldıkları bu zorlu zamanlar için foto muhabirlerine rehber olabilecek bir sözü var, İngilizcesi “You can't focus with tears in your eyes.” Türkçesi de” “Yaşlı gözlerle netlik yapamazsın”.
Foto muhabiri çektiği konuya müdahale ederek haber fotoğraf çekemez. Müdahale ettiği zaman gerçeğe müdahale etmiş olur ki, ona da “kurgu” denir.
Genel olarak foto muhabirlerinde şöyle bir yaklaşım vardır. Yardıma ihtiyacı olan kişiye orada foto muhabirinden başka yardım edebilecek biri varsa, foto muhabiri kesinlikle müdahale etmez, görevini yapmaya devam eder. Kimse yoksa ya da başka yardım edecek birisi olsa da foto muhabirinin yardımı da zaruri ise görevini yapmış olmasına yetecek kadar fotoğraf çektikten sonra ancak o zaman olaya müdâhil olmalıdır. Ben böyle düşünüyorum
Kevin Carter çok genç bir foto muhabiriydi ve biz onun da bir insan olduğunu göz ardı ederek fotoğrafı çektikten sonra yaşananlar hakkında yorumlar yapıyoruz. Fotoğrafladığı olaylardan etkilenerek nasıl bir ruh halinde çalıştığını bilmiyoruz. O nedenle Carter'ı yargılamak için yeterince veri olduğunu düşünmüyorum.
Bir süre #EvdeKalmak zorunda olduğunuz için kendi anılarınızı da derlemeye başladığınızı söylemiştiniz. Bir anınızı da #M4D Projesi’ne anlatmanızı rica ediyoruz.
Mesleğimin ilk yılını tamamlamadan bu toprakların en acı ve en etkili olaylarından biri yaşandı : Marmara depremi. Marmara depreminde ben görevlendirilmedim. Birkaç defa bazı kurumlarla günübirlik bölgeye gidip geri döndüm o kadar. Günübirlik seyahatlerde doğru düzgün bir şey de çekemeden geri döndük. Aradan 3 ay geçti. 12 Kasım akşamı ikinci büyük depremi yaşadık: Kaynaşlı depremi. Biz depreme görevden dönüşte, tam Kızılay meydanında taksideyken yakalandık. Işıklarda bekleyen taksiden Güvenpark’ta zeybek oynayan insanları izlerken araç sallanmaya başladı. İlk aklıma gelen aracın rölanti ayarlarının bozuk olduğu yönündeydi. İki dakika geçmeden taksiden inerken koşturarak kaçışan ve evlerine gitmek için çabalayan otobüslere binmeye çalışan kalabalıklar gördüm. Bir terslik olduğunu anlayarak ne olduğunu anlayabilmek adına ben de yolun karşısındaki büromuza doğru koştum. Televizyonda depremden bahsediyordu. Bolu Valisi canlı yayında “İstanbul yolu çöktü” diyince hemen müdürlerimi uyardım. “İstanbul olay yerine gidemez, biz gidelim” diye.
Hızlı bir telefon trafiğinin ardından sadece filmleri alarak yanıma,muhabir arkadaşım İlhan Taşcı ile evlerimize uğrayıp hazırlanmadan yola çıktık. İlk varan 1-2 ekipten birisiydik. Benim için genç bir foto muhabiri olarak depremle yüzleştiğim ve şoka girdiğim anlardı. 1-2 saat insanlara yardım edememekle foto muhabirliği arasında kaldığım anlardı. Sonra kendimi toparladım ve çekim yapmaya başladım. 3 ya da 4 gece neredeyse hiç uyumadan çalıştık. ABD Devlet Başkanı Bill Clinton, deprem nedeniyle Türkiye’ye gerçekleştireceği ziyaret için bizi Ankara’ya geri çağırdılar.
Ankara’ya ulaşmamız gece yarısını buldu. Sabah yorgunluk nedeniyle uyanamadığım için büroya saat 11 gibi ancak gidebildim. Kapıdan girer girmez haber müdürüm beni gördü ve Bill Clinton Anıtkabir’de ne yaptı diye soru. Anlam veremedim ilk önce ve “bilmem ben evden geliyorum” dedim. “Nasıl yani sen Anıtkabir’e gitmedin mi kimse sana söylemedi mi bir şey” diye tekrar sorunca gece yarısı ev telefonunun çaldığını hatırladım. O sırada haber müdürü, gece sorumlumuzu arayıp neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.
Olay şöyle gerçekleşmiş: gece yarısı sorumlu arkadaşım beni ev telefonundan ,aramış, ben telefonu açmışım ve bir süre de sohbet etmişim. O bana görevi söylemiş ve teyit etmiş aslında durumu, ben de olumlu cevap verip telefonu kapatmışım. Sonuç olarak hiçbir şey hatırlamıyordum ve Bill Clinton’un Anıtkabir ziyaretini atlamıştım.
#M4D Projesi Basın Evi Destek Aracı’nın size nasıl bir katkısı oldu?
Benim için kimseye minnet borcu ile ödün vermeden hareket edebilmek çok çok önemlidir. Bu projeye başlarken Ankara’ya gelebilecek olan foto muhabirleri ile Ankara’daki foto muhabirlerini çekebileceğimi düşünüyordum.
Çekimlerimi de en basit şartlarda gerçekleştiriyordum. Çevremde bu projeye başladığımı bilen ve desteğe ihtiyacım olduğunu bilen arkadaşlarımın sayesinde ve Gazeteciler Cemiyeti’nin paylaşımlarından benim durumumda olan gazetecileri destekleyecek Media4Democracy projesinin varlığından haberdar oldum ve başvurdum. Değerlendirme süreci sonunda benim projem de desteklenmeye değer görüldü. Bazı ekipman ihtiyaçlarım ile başka illere ulaşım imkanını bana sağlayan koşullara sahip oldum. Nakit desteği veren bir proje değil. Olsa güzel olur muydu? Evet olurdu. Ama en güzeli nedir biliyor musunuz?
Projemin özgürce, bana, “aman şu olmasın”, “o sakıncalı”, “onu deme”, “bunu deme”, “onunla çekim yap ,bununla çekim yapma” denmeden, içimde o stresi yaşamadan bu zamana kadar gelebilmekti. Bu projeyi bir televizyon için ya da başka bir fonlayıcı ile yapıyor olsaydım bu kadar net, “ama”sız bir çalışma ortaya çıkaramazdım.
Bana meslek örgütümün en büyük desteği, bağımsız üretim yapabileceğim bir fırsat vermesidir ve bunun benim için değerinin maddi bir karşılığı gerçekten yoktur.
Foto Muhabiri Anıları projesine destek olmak isteyenler ne tür yollar izleyebilir?
Yandaş olmayan bir medya özlemi çekenlerin bu konuya çok dikkat etmesi gerekiyor. Sorumluluk bizler kadar onlara da düşüyor. Tercihlerini yapmak zorundalar. Bu dönemde ve sonrasında iyi, doğru ve kaliteli içeriğe ulaşmak isteyen, reklam yanında haber ve köşe yazısı
promosyonu istemeyen, her halttan anlayan kişilerin her akşam televizyonlarda görmek istemeyenlerin yeni medya düzeninin gerçek gazetecilerini her yönden desteklemeleri gerekiyor. Foto muhabirleri anıları bize sunulan janjanlı programlar gibi insanları gündemden koparacak, başka bir hayal dünyası ürünü şeyler değil.Birebir yaşanmış, yol gösterici, eğitici ve tanıtıcı çekimler.
Benim en çok istediğim şey Serdar Özsoy bir şey yayınlıyorsa yalan değildir, gerçektir, dedirtebilecek güveni izleyici ile aramda kurabilmektir.
Burada güvenini kazandığım ya da beni yıllardır tanıyan insanlardan beklentim de bu yayınlarımdan başka insanların da haberdar olmalarını sağlayabilmek için her fırsatta videoları paylaşmalarıdır. Böylece benim yeni izleyicilerle tanışmama, buluşmama katkı sağlayacaklardır.
Youtube kanalıma abone olmak ve izlemek en büyük desteklerden biridir. Bir de maddi olarak katkı nasıl sağlayabiliriz diyen izleyiciler olursa da onlar için de Patreon hesabım var, bu hesaba maddi desteklerini iletebilirler.
“Ben ondan bundan anlamam, uğraşamam, başka nasıl yardımım dokunur?” diyenler de benimle sosyal medya hesaplarımdan iletişime geçebilirler.